3/24/2025

Cahide Ulaş Aytar

 









d.1951 – ö.

şair, öğretmen

Yaşam Öyküsü

1951 yılında Çanakkale’nin Lâpseki ilçesinde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Lapseki’de tamamladı. 1968 yılında Edirne Kız Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Daha sonra Açık öğretim Fakültesi Ön Lisans Programı’nı bitirdi. Çanakkale, Adapazarı ve Tekirdağ’da çeşitli okullarda öğretmen ve idareci olarak çalıştı. Tekirdağ’a yerleşerek çalışmalarına burada devam etti. Tekirdağ Belediyesi Kent Konseyi ve Kadın Meclisi’nde Kültür Komisyonu başkanlığı yapmıştır. Kanal 59 TV’de “Şiir İkindileri” adlı bir programı hazırlayıp sundu.

Tekirdağ Sanatseverler Derneğini kurarak, dernek lokali olarak da RA Sanat evini açtı. Türkiye’nin değişik yörelerinden hatta yurt dışından gelen sanatçı ve edebiyatçıları burada ağırladı, etkinlikler düzenledi. Etkinliklerle ilgili bültenler çıkardı. Kocaeli Gebze’de yaşayan Ulaş, Tekirdağ’a uzun yıllar hizmet ettikten sonra çalışmalarına burada devam etmektedir.

Edebi Şahsiyeti

Şiir yazmaya ortaokul çağlarında başlayan yazar, Tekirdağ'da ilk defa Duygu Yağmuru isimli bir şiir sergisi açtı. Tekirdağ Özel Lisesi ile birlikte İstanbul ve Ankara'dan gelen sanatçılarla ilk şiir şölenini gerçekleştirdi. Tekirdağ’ın ilk şiir topluluğu olan “Tekirdağ Şiir İkindileri Grubu” nun kurucu başkanı olan Ulaş, aynı isimle Kanal 59 Tv’de “Şiir İkindileri” adlı bir programı hazırlayıp sundu. “Rodosto” ve “Hayat” dergilerini çıkardı.

Tekirdağ Belediyesi’nin Kiraz Festivali bünyesinde düzenlenen “Şairler Şöleni” adlı bölümü on yıl boyunca yönetti.

“Gülüşünle Sev Beni” isimli şiiri, İsmail Ötenkaya tarafından hicazkâr makamında bestelendi. Bu beste, Üsküdar Emin Ongan Musiki Cemiyeti'nin açtığı beste yarışmasında ikincilik ödülünü aldı ve daha sonra TRT repertuarına girdi. Bestekar Turhan Taşan’ın hazırladığı Yüzyıllar Boyunca Kadın Bestekarlar Antolojisi’nde sözü ve bestesi kendisine ait olan “Anne” şarkısıyla yer almıştır.

Şiirleri yurtiçinde ve yurtdışında birçok dergi, gazete ve şiir antolojisinde yayımlanan Ulaş, şiir kitapları ile İLESAM, bestelenmiş şiirleri ve besteleri ile de MESAM üyesidir.

2009 yılında Simav Şairler Şöleni’nde “Yılın Şiir Annesi” seçilmiş, RC Life dergisi tarafından verilen “Türk Kültürüne ve Sanatına Hizmet”, aynı yıl GASAT (Girişimci Sanat, Edebiyat ve Bilim Adamları Topluluğu) “Türk Kültür Sanat ve Edebiyat Üstün Hizmet” ödüllerine layık görülmüştür.

Prof. Dr. İsa Kayacan: “Cahide Ulaş Aytar duyguları zenginlik içindedir. İnadına yaşamaklarda vardır, Yıldızlar geçidiyle sayfalara dökülenler vardır mısra mısra. ‘Anlamadın mı daha?’ sorusu altında yazılanlar, şiirleşen mısralar, duygular vardır.”[1]

ESERLERİ

Şiir: Mutluluk Çıkmazı (1990), Umutlar Çiçek Açsın (1993), Sevdaları Yalnızlığın Rengine Boyadılar (2003/2005), Yaşamın Saçlarına Çiçekler Taktım (2018)

Antoloji: Tekirdağ’da Yaşayan Şairler (2004), Tekirdağ Şiir İkindileri Grubu Antolojisi (2005) Fotoğraflarla Tekirdağ Şiirleri Antolojisi (2009)

 



[1] [1] https://www.yazarportal.com/tekirdag-yeni-inan-gazetesinde-cahide-ulas-aytarin-sanat-sayfasi/112300/ Prof. Dr İsa İnan, erişim: 22 Ocak 2025

 

3/19/2025

Celal Nuri İleri

 







d.1877 – ö.1939

gazeteci,yazar,siyasetçi,düşünür

Yaşam Öyküsü

1877 yılında Çanakkale’nin Gelibolu ilçesinde dünyaya geldi. Asıl adı Mehmet Celaleddin’dir. 1934’te soyadı kanunu kabul edilince kurucusu olduğu gazete “İleri”nin adını soyadı olarak seçti. Babası, mektupçuluktan valiliğe kadar çeşitli hizmetlerde bulunduktan sonra 1908’de Meclis-i Ayân üyeliğine seçilen Mustafa Nuri Bey, annesi devlet adamı Âbidin Paşa’nın kızı Nefise Hanım’dır. İlköğrenimini babasının görevi nedeniyle Gelibolu, Sakız adası ve Canik’te farklı okullarda tamamladı. Ortaöğrenimi o zamanki adıyla Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi olan Galatasaray Lisesi’nde, yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde, doktorasını aynı üniversitede Kamu Hukuku alanında tamamladı. 1919’da Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Gelibolu milletvekili seçildi. 1921 yılında İngiliz işgalcileri tarafından Malta adasına sürgün edildi. Sürgünden döndükten sonra TBMM’de dört dönem boyunca 1934’e kadar Gelibolu ve Tekirdağ milletvekili olarak çalıştı. TBMM’de de 20 Nisan 1924 tarihinde kabul edilen ve 105 maddeden oluşan Teşkilât-ı Esâsîye Kanunu’nu hazırlayan kurulun başkanlığını yaptı.

Çalışma hayatına avukat olarak başlayan Celâl Nuri Türk yenileşme tarihinde “Batıcı” fikir akımının önemli temsilcilerinden biri oldu. Yazıları ve fikirleriyle bu harekete katkı sağladı Pozitivist-Darwinist düşünceleri nedeniyle döneminde büyük eleştiriler alsa da yazmaktan hiç geri durmadı. Çeşitli ülkelere seyahatler gerçekleştirdi. Kuzey Kutbu’nu gören ilk Türk’tür. 1938’da İstanbul’da aramızdan ayrıldı. İstanbul Radyosu’nun kurucusu ve karikatürist Sedat Nuri İleri ile gazeteci ve hukuk profesörü Suphi Nuri İleri'nin ağabeyidir. Rasih Nuri İleri'nin amcasıdır.

Edebi Şahsiyeti

Gazeteciliğe 1909’da Ebüzziyâ Tevfik ile birlikte Le Courrier d’Orient’da başladı. Yazıları Jeune Turc, İçtihat, Tanin, Hak, İkdam, Hürriyet-i Fikriyye, Anadolu’da Yeni Gün, Ȃti (İleri) gibi Türkçe ve Fransızca yayın organlarında yayımlandı.

1 Ocak 1918 tarihinde Âtî gazetesini yayın hayatına kazandırdı, Hükümetin basın özgürlüğünü kısıtlayıcı hareketlerini eleştiren yazıları dolayısıyla gazete 10 Şubat 1919 tarihinde kapatıldı. Ertesi günden itibaren “İleri” adıyla yayın hayatına devam etti.

Celâl Nuri siyaset, hukuk, tarih, din, seyahat, dil ve edebiyat alanlarında çok sayıda makale ve kitabı ilim dünyasına kazandırdı. Elli civarında kitap ve iki bin iki yüzü aşkın makalesiyle çok sayıda eser veren Celâl Nuri, bu özelliğinden dolayı döneminde “Seksen beygir kuvvetinde bir yazı makinesi” ne benzetilmiş, üretkenliğinden dolayı Süleyman Nazif, “Celâl Nuri Beyin ilmini kimse inkâr etmez, çok okuduğu için, ilminde ilerleyerek değişir. O, son sistem bir dretnottur (savaş gemisi), fakat dümensiz.”[1] demiştir.

21 makalesini bir araya getirdiği Türkçemiz (1917) adlı eserinde tarih biliminden yararlanarak Türk dilinin içinde bulunduğu durumu ve geleceği hakkındaki değerlendirmelerde bulundu.

1926 yılında yayımladığı Türk İnkılȃbı adlı eserinde Türk inkılâbını H. Taine’in metoduyla değerlendirdikten sonra medeniyet, Batılılaşma, dil, edebiyat, iktisat ve inkılâp fikirleri üzerinde durmuştur. Yayınlanmadan önce eser, Mustafa Kemal Paşa tarafından kısa sürede okunmuş ve Gazi, kitaptaki fikirlere tamamen katılmıştır.

Celâl Nuri, 1931 yılında yayınladığı ve ilkokulların 5. sınıfları için hazırlanan, Vatandaşlık (Yurt Bilgisi) adlı kitabında; vatan, millet, devlet, hükümet, meşrutiyet, cumhuriyet, Millî Mücadele, inkılâp, halk idaresi, TBMM’nin yapısı, seçimler, cumhurbaşkanlığı, ordu, vilayetler, nüfus gibi konularla ilgili özet bilgiler verdi.

İskandinavya, Rusya ve Kuzey Kutbuna yaptığı seyahatleri Şimal Hâtıraları ile Kutub Musâhabeleri adları ile kitaplaştırdı. Bu eserler henüz Latin harflerine aktarılmamıştır.

Celâl Nuri’nin, dil ve edebiyat üzerine yazdığı yazıların yanı sıra, Osmanlı Türkçesiyle yayımladığı dört romanı bulunmaktadır. Perviz (1916), Ölmeyen (1917), Merhûme (1918) ve Âhir Zaman (Afife Fikret takma adıyla, 1919) adlarını taşıyan bu romanlar, birbirinden farklı konu ve üslûplarıyla, yazarın romancı kimliğini ortaya koyar. Romanlar, 2012 yılında Dr. Mustafa Kurt tarafından orijinal nüshalarından Latin harflerine aktarıldı. Fantastik bir atmosferde, insan ve ilahi iktidar arasındaki ilişkileri ele aldığı Perviz romanı 2024’te Merve Köken tarafından sadeleştirilerek ikinci kez yayımlandı.  

Fantastik, korku, bilimkurgu gibi türlerin Modern Türk edebiyatında yerleşik hale gelmesi ve kabul görmesi epeyce gecikmiştir.  “Cumhuriyet öncesi fantastik edebiyatımız açısından hȃl böyle iken ufak tefek girişimler arasında Perviz gibi bir eserin meydana getirilmiş olması bana kalırsa büyük bir devrim niteliğinde. Eserin yazılış amacı daha çok Pozitivist düşüncenin önemini dile getirmek ve iktidar sahiplerini yermek de olsa ele alınan konunun bu denli farklı bir üslupla kurgulanması fantastiğin kapılarını Tür edebiyatı açısından sonuna kadar aralamış gibi görünüyor.”[2]-

ESERLERİ

Latin harflerine aktarılanlar

Deneme-Araştırma: Kadınlarımız, haz. Özer Ozankaya (1993), Dil ve Edebiyat Yazıları, haz. Dr. Recep Duymaz (1995) Türk İnkılabı, haz. Dr. Recep Duymaz (2000) Uygarlıklar Çatışmasında Türkiye, haz. Mahir Aydın (2004), Türkçemiz, haz. Dr. Cengiz Karataş, Ozan Özer (2017), Taç Giyen Millet (2017)

Roman: Perviz, Ölmeyen, Merhume, Ahir Zaman (2012), Perviz (2024)



[2] Merve Köken, Perviz, Karakarga Yay. Şubat 2024, İstanbul

3/16/2025

Adem Turan

 







d.1960 – ö-

şair

Yaşam Öyküsü

15 Ocak 1960 tarihinde Çanakkale’nin Biga İlçesi’nin Sinekçi köyünde dünyaya geldi. İlköğrenimini 1972’de Sinekçi Köyü İlkokulu’nda, ortaöğrenimini 1979’da Biga İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1993 senesinde Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Kısa bir süre çeşitli işlerde çalıştıktan sonra Bursa Marmara gazetesinin yazı işleri müdürlüğünde görev aldı. Sonrasında Yozgat, Trabzon ve İstanbul’da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği yaptı. Türkiye Yazarlar Birliği Üyesi olan yazarın üç çocuğu vardır ve halen Üsküdar’da yaşamaktadır.

Edebi Şahsiyeti

Şairin, “Yokluğun Bize Çok Kahır Efendim” adlı ilk şiiri Ocak 1982’de Yeni Devir gazetesinde yayımlandı. Bir söyleşisinde: “Bursa’daydım. Çok mutlu olmuştum. Sabah ezanı sularında bitmişti şiir. Hiç uyumadan sabahladım ve rahmetli hocam Mahmut Kanık’a koşarak gitmiştim.” Şiire olan alakasında Mahmut Kanık’ın büyük payının olduğunu belirten şair: “Bize çok özel davranırdı. Birçok öğrencisi vardı ama biz birkaç kişi onun etrafındaydık. Biz, ona Mahmut Ağabey derdik. Şiiri çok beğenmişti ama birkaç uyarı yapmıştı. Bazı kelimeleri sert bulmuştu. Ondan şiirin de kendine has kelimeleri olduğunu öğrenmiştim. Tabii haklıydı. O uyarıları dikkate alırım. Hayatımızda kullandığımız her kelimenin şiire girmemesi gerektiğini ondan öğrenmiştim.”[1] Bu şiirini lise öğretmeni Hüseyin Önder’e ithaf etmiştir.

Çocukluk yıllarının masallarla geçtiğini söyleyen şair, masalların halk dilinde sözlü kültürün şiir versiyonu olduğunu, kendi şiirlerinin arka planında masalların ve masalların eğittiği o çocukluğun bulunduğunu dile getirir; belki de şiir sevgisinin kendisinde buralarda meydana geldiğini ileten şair, annesinin “Arzu ile Kamber hikâyesini manilerle ağlayarak anlattığı o çocukluk yıllarının şiirine temel attığını söyler.[2]

Ortaokul yıllarında gazetelerde yayımlanan şiirleri kesip biriktirir. Mavera dergisinde Cahit Zarifoğlu’nun yönettiği “Okuyucularla” bölümüne bir şiirini yollar. Bize ait şiirin “onlar” olduğunu anladım.”[3]  dedikleri  Necip Fazıl

80’li yıllardan itibaren şiir ve yazıları; Yönelişler, Merdiven, Yedi İklim, Kelime, Bursa Sanat-Edebiyat, Kayıtlar, İkindi Yazıları, İpek Dili, Düş Çınarı, Edebiyat Ortamı, Albatros, Aşiyan, Dergâh, Ay Vakti, Hece, Ünlem, Kırağı, Sühan, Mor Taka, Lamure, Bir Nokta, Kırknar, Kuşluk Vakti, Edep gibi dergilerde okuyucuyla buluştu;

İlk şiir kitabı “Artık Kuşlarını Uçur” 1988’de yayımlandı. Bunu “Hayal Defteri” (1997), “Son Günün Şiiri” (1997) “Nisan Çobanı” (2002), “Ateşte Yıkanmış Atlar” (2007) “Devamsızlar İçin” (2014), “Şiir Taşı” (2014), “Bin Türlü Yama” (2019) takip etti.

Şiiri diğer edebi türlerden ayıran özelliğin imge olduğunu söyleyen şair, “Şair, her zaman yeni şeyler ortaya koymak zorunda. Yani hep aynı şeyleri tekrar ederse şiiri bıktırır ya da derecesini düşürür, kuracağı imgelerle yeni şeyler işaret etmesi, söylemesi gerekir.” Bir de şunu söyleyeyim: Bence şiir garip olacak ama dişil bir hadisedir. Çünkü bir annenin doğum yapması gibidir. Şairin de şiiri doğurmasıdır yazı yazılan şiir. O birikim, o süreç olmazsa yani o meyve olmazsa daldan koparıldığında nasıl acı bir tat olursa, olgun meyve tat verir, lezzet verirse şiirin de şairin içinde, belleğinde, yüreğinde, iç dünyasında olgunlaşıp dışarı çıkması gerekir. Dolayısıyla şairler şiirlerin anneleridir. Babalarıdır diyemiyorum.”[4]

“Beş Vakit Yazar” kitabında (2013) zaman konusunda gaflete düştüğümüz, “hız ve haz” vakitlerinde yazar ve şairlere incelikli sorular sorar: Diyor ki “Ey şair/yazar arkadaş! Güne nasıl başlıyorsun? Ya öğle aralığında hangi kapıları aralıyorsun? İkindi vakti dünyanın neresinde oluyorsun? Akşamların hangi minval üzere geçiyor? Ya geceyi/ geceleri nasıl yaşıyorsun?”

Son dönem eserlerinde tematik şiire yönelen şairin, Borges Borges, Gün Doğarken Gün Batımı (2016), Mangan Mangan Gün Batarken Gün Doğumu (2021) bu eğilimde kaleme aldığı eserleridir.

Fars Edebiyatı’nın önemli ismi Hafız-ı Şirazi ile ilgili tematik şiirleri Yitik Söz Dergisi’nde “Hâfız’ın Seyir Günlüğü” adıyla yayınlanmıştır.

ESERLERİ

Şiir: Artık Kuşlarını Uçur (1988), Hayal Defteri (1997), Son Günün Şiiri (1997), Nisan Çobanı (2002), Ateşte Yıkanmış Atlar (2007), Devamsızlar İçin (2014), Şiir Taşı (2014), Bin Türlü Yama (2019), Borges Borges, Gün Doğarken Gün Batımı (2016), Mangan Mangan Gün Batarken Gün Doğumu (2021)


[2] Vav tv, İki Mısra Arası Programı, Âdem Turan Şiir Hayatına Nasıl Başladı, 1 Eylül, 2021

[3] https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/sair-adem-turan-sair-her-zaman-yeni-seyler-ortaya-koymak-zorunda/2183140 erişim: 9 Nisan 2024

3/10/2025

Bedri Gider












d. 1921 / ö.1967

şair, öğretmen 

Yaşam Öyküsü

1921 yılında Çanakkale’nin Biga ilçesinde doğdu. 93 Harbi’nin (1877/1878 Osmanlı-Rus Savaşı) kaybedilmesinden sonra Bulgaristan’ın Flibe ilçesinden Anadolu’ya göçen ve kökleri Konya’ya dayanan bir aileye mensuptur. Babası İsa Gider dönemin aydın din adamlarından I. Dünya Savaşı’nda Yemen, Süveyş, Filistin cephelerinde savaşmış bir gazidir.

Yazar, İlk ve orta öğrenimini Biga’da tamamladı (1938). Yüksek öğrenimine Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü’nde başladı ancak Sosyalizm propagandası yaptıkları gerekçesiyle bir grup arkadaşı ile birlikte son sınıftayken okuldan atıldı. Çok istediği halde öğretmen olamayışı onda derin bir kalp kırıklığı yarattı. “İyi bir köy öğretmeni olmak için can atıyordum. İdealin ne demek olduğunu burada öğrendim. Öğretmenlik! Ne yüce duygudur o. Tatillerde köyüme geliyor, bütün günümü köyü ve köylüyü tanımaya hasrediyordum. Zaten ben de onlardan bir parçaydım. Onların dertleri, sevinçleri aynı zamanda benimdi de. Artık öğretmenlik mesleğinin tılsımlı anahtarı elimdeydi: Köylüye kendini sevdirmek. Köylüye kendini sevdiren bir Atatürk çocuğu, bir devrim neferi ödevinin yarısını yapmış sayılır (...) Öğretmenlik aşkı ruhumu derinden kavramış, hiçbir işte tutunamıyorum. Şimdi kendimi iyice şiire verdim.”[1] Bu talihsiz olayın ardından Çanakkale Biga’ya dönmek zorunda kaldı. Uzunca bir süre iş bulamadığı için geçim sıkıntısı çekti. Çeşitli meslek kuruluşlarında memur olarak çalıştıysa da tam bir refaha ulaşamadıa. 1965 yılında büyük oğlu Müjdat Gider ’in hukuk eğitimi için ailecek İstanbul’a yerleştiler. Sirkeci’de bir kırtasiye dükkanında çalıştı, yazmaya devam etti. 1967 yılında geçirdiği ani bir kalp krizi sonucu aramızdan sessizce ayrıldı.

Edebi Şahsiyeti

Şiire ve edebiyata yönelimi üniversite yıllarında Nazım Hikmeti okuyarak başlar. Okul binasına giz li gizli sokulan Nazım şiirlerindeki dünya görüşünden etkilenir. Şairin hem fiili hem fikri düzeyde Kurtuluş Savaşı’na destek verişi, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile Donanma Davası’nda yargılanarak 15 yıl hapis cezasına çarptırılması (1938), toprak mülkiyetinde yaşanan haksızlıkların tesiriyle üniversite yıllarında Sosyalist düşünceye yaklaştı. Yurt sevgisi, ezilenlerin hikayeleri, sorunları, köylülerin hayatları, isyanları ve aşkları üzerine şiirler yazmaya başlar. Toplumsal duyarlılığın ağırlıklı olduğu bu ilk şiirler 1943 yılından itibaren Edebiyat Dünyası, Kaynak, Pazar Postası, Yeditepe, Yol, Şairler Yaprağı gibi dergilerde yer aldı. Şiirleri, dönemin genel eğilimleri ölçüsünde başarılı kabul edildi.  “Bedri Gider, ilerisi için ümit veren genç şairlerimizin öncülerindendir. Çünkü o, memleketi, köyü, köylüyü çoğumuzdan daha iyi bilir. Gerçek memleket edebiyatı görerek, bilerek, yaşayarak yapılandır. Başkası değil.”[2] Şiirde insani durumları yalın ve düzeyli bir Türkçe ile aktardı.

Köy enstitülerinden çıkan toplumcularla ilişkiye geçen yazar, Fakir Baykurt başta olmak üzere İsmail Hakkı Tonguç'tan destek gördü. Bu ilişkileri sayesinde İzmir'deki bir matbaa ilk şiir kitabı olan Memleket Rüzgârları’nı basmayı kabul etti.

Yazın faaliyetlerini ailesinden aldığı borçlarla kurduğu "Şavk" adlı gazetede sürdürdü. Burada bazı kamu görevlilerinin yaptıkları hukuksuzlukları deşifre etti, halkın günlük sıkıntılarının çözümleri üzerine yazılar kaleme aldı. Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinin bölge temsilciliğini yaptığı sırada yaşadığı yerle ilgili önemli haberlerin ulusal basında yer almasını sağladı. Şiirlerinin yanı sıra çoğunluğu Biga coğrafyasını, tarihini, kültürünü konu alan günlük yazıları ve köy öğretmenini anlattığı öyküleri Biga gazetelerinde yayımlandı.

1953 yılında Şinasi Saba ve hemşerisi Ahmet Köksal ile Atatürk Şiirleri Antolojisini hazırladılar. İstanbul’a yerleştikten sonra, bir dönem Disk’in nüvesini oluşturacak bir işçi dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı ve "Şoförün Sesi" adlı bir derginin yayımlanmasına destek oldu. Birkaç ay bu dergide baş yazar olarak çalıştı.

1967’de Öğretmen arkadaşı Mehmet Cimi ile Sosyal Şiirler Antolojisi ile toplumcu şiirin ülkemizdeki örneklerini bir araya getirdiler. Bu antolojide kendisine ait iki şiire de yer verdi. Çocuklar için yazdığı şiirlerini “Levent Kedi” adlı kitabında topladı. 1950 ve 1970 yılları arasında, iki şiirine Azerbaycan ve Bulgaristan'daki ortaöğretim statüsündeki okullarda resmi müfredat dahilinde öğretici şiir kategorisinde yer verildi.  Torunları, Avukat Saygın Bedri Gider; söz yazarı, müzisyen ve belgesel yönetmeni Mert Gider’dir. [3]

Adının, Biga’da bir sokağa verilmesi amacıyla 1975’te gazeteci-yazar Hallaçoğlu; 1987’de yazar, İbrahim Dizman, Gazeteci Celal İmren ve Öğretmen Güven Tanış tarafından düzenlenen kampanyalar basında ve kamuoyunda destek görüp olumlu sonuçlansa da hayata geçirilmemiştir.

ESERLERİ

Şiir: Memleket Rüzgârları (1948)

Antoloji: Atatürk İçin (Ahmet Köksal ve Şinasi Saba ile, 1953), Sosyal Şiirler Antolojisi (Mehmet Cimi ile 1967)

Çocuk şiirleri: Levent Kedi (1967)


[1]https://www.youtube.com/watch?v=VDoQ3Ba7URo,  BİGAM Biga Araştırmaları Merkezi, İbrahim Dizman, erişim: 22 Ocak 2025

[2] https://www.youtube.com/watch?v=VDoQ3Ba7URo, BİGAM Biga Araştırmaları Merkezi, İbrahim Dizman, erişim: 22 Ocak 2025

Abdürrahim Karadeniz









d.1965 / ö-

yazar, öğretmen, editör

Yaşam Öyküsü

 Yazar, 1965 yılında Çanakkale’nin Ezine ilçesinin Tavaklı köyünde dünyaya geldi. Dedesi, 1930’lu yıllarda Trabzon’dan Çanakkale’ye karakol komutanı olarak gelmiş bir askerdir. İlk öğrenimini, Tavaklı köyünde, orta öğrenimini, Çanakkale İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1987’de Erzurum Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. “Türk Düşünce ve Edebiyatında Yurt ve Dünya” adlı teziyle yüksek lisans çalışmasını, 1999’da Kırıkkale Üniversitesinde tamamladı. Gaziantep’in Araban ilçesine Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak atandı. Bir süre Ankara’da özel bir kolejde çalıştıktan sonra Kastamonu Abdurrahman Paşa Lisesi’nde görev aldı. Tekrar Ankara’ya döndü ve Türk Dili ve edebiyatı öğretmenliğinden emekli oldu.

Edebi Şahsiyeti

 Yazarın edebiyatla ilk teması henüz okuma yazma bilmediği çocukluk çağlarında başlar. Babasının sesli olarak okuyup kendisine anlattırdığı bu kitapların, ileri yıllarda Batı klâsiklerinden oluştuğunu fark edecektir. Nuri Pakdil’in yönlendirmeleriyle Necip Fazıl ve Sezai Karakoç şiirlerindeki mistik-metafizik anlayışın Batı klasiklerindeki anlayışla örtüştüğünü fark eder. Bu fark ediş, varoluşunun, üslubunun, düşünüş biçiminin oluşmasında etkili olmuştur.

 1997 yılından itibaren Hece, Hece öykü ve Melâmet dergilerinde deneme, inceleme ve makaleleri yayımlandı, Hece dergisi, Hece Yayınları, Hece öykü dergilerinin ve Harf Eğitim Yayınları’nın kuruluşunda ve yönetiminde görev aldı. 15 Ocak 1997’den günümüze değin yayın hayatını sürdüren Hece dergisinin isim babasıdır.

 2002’de Turizm ve Kültür Bakanlığı tarafından basılan “Düşünce ve Edebiyatımızda Yurt ve Dünya Dergisi” adlı çalışmada Türkiye’de ve dünyada 1940’lardan günün tarihine dek uzanan toplumsal, düşünsel ve sanatsal sorunlarına ilişkin önemli öneri ve düşünceleri bir araya getirdi.

 2006-2008 yılları arasında ilköğretim okulları için hazırlanan Türkçe ders kitabının yazım aşamasında dil uzmanı olarak çalıştı.

2017 yılında Kültür Bakanlığınca yürütülen Yüz Yüze Konuşmalar (Yaşayan Edebiyat) projesinin yayın yönetmenliğini üstlendi. Yayın kurulunda Hüseyin Su, Prof. Dr. Şaban Sağlık, Prof. Dr. Alaaddin Karaca ve Dinçer Ataş’in bulunduğu bu proje Türk edebiyatının yaşayan elli şair ve yazarının geniş kitlelerce, özellikle genç nesillerce tanınması ve geleceğe taşınması amacıyla hazırlandı. İki cilt halinde hazırlanan kitapta, Gürsel Aytaç, Doğan Hızlan, Nuri Pakdil,  Ataol Behramoğlu,  Ferit Edgü, Rasim Özdenören, Süreyya Berfe, Sevinç Çokum,  İnci Aral, Necati Mert, Mehmet Ragıp Karcı, Selim İleri, İbrahim Yıldırım, Necip Tosun,  İhsan Deniz,  Kayahan Özgül, Osman Konuk,  Cemal Şakar, Fatma Barbarosoğlu, Sadık Yalsızuçanlar, Hüseyin Altansoy, Etem Baran, Leyla İpekçi, Sibel Eraslan, Mehmet Can Doğan, Ali Haydar Haksal, Abdullah Uçman, Oğuz Demiralp, Abdülkadir Budak, Turan Koç, Enis Batur, Hüseyin Su, Tuğrul Tanyol, Ali Günvar, Şükrü Erbaş, Arif Ay, Veysel Çolak, Buket Uzuner, Semih Güneş, Alim Kahraman, Haydar Ergülen, Adnan Özer,  Mario Levi,  Ömer Lekesiz, Yıldız Ramazanoğlu, Ali Ural,  Cihan Aktaş, Gürsel Korat yer almaktadır.

Bir söyleşisinde “Ben sesimi buldum bundan sonra sese ihtiyacım yok diyemem; sesimi hâlâ arıyorum. Hiç keşfetmediğim büyük yazarlar mutlaka olacaktır.”

Aynı söyleşide: “Çanakkale’de yaşayan dil, kullanılan dil benim eserlerime çok şiddetli ve keskin bir şekilde yansıyor. Dikkatli bir okur bunu cümle kuruluşlarından, kelime seçimlerinden rahatlıkla görebiliyordur fakat ben Çanakkaleli olduğum için hangi tür yansımaları Çanakkale’den eserime aktardığımı doğrusu bilemiyorum. Lakin şunu söyleyebilirim burası Ebru bir şehir. Tüm İslam şehirlerinde olduğu gibi Lazıyla, Çerkeziyle, Kürdüyle, Pomağıyla, Türküyle kısmen Yunanıyla, Ermenisiyle “Ebru” bir memleket burası; ama bu Ebru, memleketin tüm birleşimi. Herkes herkesten biraz renk, biraz ton almış, bir etkileşime girmiş, barışın ve esenliğin şehri olmuş burası. Hâkim bir dil, bir gelenek var. Bu hâkim dil ve gelenek Türkçenin altında. Herkes burada kendine uygun bir yer bulmuş ve komşusuyla barışık bir yaşam sürmüş. Çanakkale’nin böyle bir özelliği var. Bu benim eserlerime muhtemelen yansıyordur.” [1]

Karadeniz, Hece dergisindeki yazılarından oluşan İzsüren Yazı’da (2000), varoluşa ait gündelik korku ve endişelerinden edebiyata ve sanata uzanan bir yelpazede farklı konulara değinmiştir. Söz ile hakikat arasındaki ilişkiyi vurgulayan yazar, insanoğlunu, Sözlerle kurulmuş bir hakikatin izcisi veya sözlerle yitmiş bir hakikatin izini süren kişiler” olarak nitelendirir. “Söz ve yazı var oluş amacına ve sunuluş biçimine göre kimlik ve içerik kazanır. Sözün var oluşu her zaman aynı gerekçelere dayanmaz. Gerekçeler değiştiğinde sözün yazının sunuluşu da gerekçesine bağlı olarak değişmek zorundadır.” Yazar’a göre kendini gerçekleştirmesine hiçbir gerekçe bulmaksızın var olan ifade “Sadece ve sadece kendisiyle kaim olmayı başarmak zorundadır. İlerlemekte olan zamana bağlı olarak değişen gündem, yenilenen dikkatler ve eğilimler var oluşunu kusursuz bir sebepsizliğe borçlu olanı kolay kolay alt edemeyecek, güzelliğini küllendiremeyecektir.” [2]

ESERLERİ

Deneme- İnceleme: İzsüren Yazı (2000), Ayrıntı Ya da Hiç (2011), Düşünce ve Edebiyatımızda Yurt ve Dünya Dergisi (2002), Yazının Düşüşü (2021)

Derleme: Yüz yüze Konuşmalar, Yaşayan Edebiyat, (yayın yönetmeni) (2017)



[1] Trt 2, Sanatçının Şehri, Abdürrahim Karadeniz ve Çanakkale, 9. bölüm, 9 Ekim 2023

[2] İzsüren Yazı, Hece Yay. Kasım 2000, Ankara s.31-35

Adnan Adıvar








d.1882 / ö. 1955

yazar, siyasetçi, akademisyen, tıp doktoru

Yaşam Öyküsü

Ülkemizin 19. yy’da yetiştirdiği bir ilimler tarihçisi, seçkin bir düşünce insanı olan Adıvar, 1882 yılında Çanakkale Gelibolu’da dünyaya geldi. Tam adı Abdülhak Adnan’dır. Kadı Ahmed Bahayi Efendi ile Sabiha Hanım’ın oğlu olan Adıvar, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Yüksek öğrenimine İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde başladı, Almanya Berlin Üniversitesi’ Tıp Fakültesi’nde tamamladı. Uzmanlığını İç hastalıkları alanında Zürih’te yaptı.

1908 Meşrutiyet’iyle birlikte İstanbul’a döndü ve Tıp Fakültesi müdürlüğüne getirildi. İki yıl bu görevde kaldıktan sonra I. Dünya Savaşı’na Trablusgarp Cephesi’nde Hilal-i Ahmer (Kızılay) müfettişi olarak katıldı ve savaş boyunca Sıhhiye Umum Müdürü, binbaşı rütbesiyle Genel Karargâh Sağlık Müfettiş Yardımcısı olarak görev yaptı. Savaşın sonunda Tıp Fakültesi'ndeki görevine döndü.

1917 yılında o sırada Lübnan'da eğitimci olarak görevli bulunan yazar Halide Edip ile evlendi. Halide Hanım'ın babasına verdiği vekâlet ile nikâhları Bursa'da kıyıldı. Adnan Bey'in 1955'te ölümüne kadar süren bu evlilikten çiftin çocukları olmadı.

Mondros Mütarekesi’nden sonra Osmanlı Mebusan Meclisi’ne İstanbul milletvekili olarak girdi. Mehmet Emin Yurdakul ve Yusuf Akçura ile Milli Türk Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı (1919).

İstanbul’u işgali üzerine (16 Mart 1920) eşi Halide Edip ile Anadolu’ya geçti ve Ankara’ya yerleşti. Birinci Dönem Büyük Millet Meclisi hükümeti tarafında Sağlık Bakanı olarak atandı. Refet Bele’nin cepheye gittiği dönemlerde vekaleten Dışişleri bakanlığı yaptı. Savaş yıllarında Çocuk Esirgeme Kurumu'nun (Himaye-i Etfal Cemiyeti) kurucuları arasında yer aldı.

Çeşitli görüş ayrılıkları sebebiyle 9 Kasım 1924'te Halk Fırkası'ndan ayrıldı, ikinci grup milletvekillerinin arasına dahil oldu. 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na katıldı. Partinin Haziran 1925’te kapatılmasından sonra bir süre bağımsız milletvekili olarak mecliste yer aldı. 30 Ocak 1926'da milletvekilliğinden çekildi ve eşi Halide Edip’le birlikte Türkiye’den ayrıldı.  14 yıl boyunca İngiltere ve Fransa’da yaşadı.

1946- 1950 yılları arasında İstanbul milletvekili; 1950- 1954 yılları arasında Bağımsız Milletvekili olan Adıvar, 1955 yılında meclisten ayrıldı ve ilim alanındaki çalışmalarına döndü. Son yıllarındaki araştırma yazılarını Cumhuriyet ve Yeni Ufuklar dergisinde yayımladı.

1Temmuz 1955 tarihinde İstanbul’daki evinde hayata gözlerini yuman yazarın kabri Merkez Efendi Kabristanı’ndadır. Ölümü üzerine Yeni Ufuklar dergisi Ağustos 1955’te özel bir sayı çıkarmış eşi Halide Edip de bir anma kitabı yayımlamıştır. (1956)

Edebi Şahsiyeti

Adnan Adıvar, Paris Doğu Dilleri Okulunda sekiz yıl boyunca Türkçe hocası olarak görev yaptı. Yurt dışında yaşadığı dönemde Bertrand Russell'ın The Problems of Philosophy (Londra 1911) adlı eserini Felsefe Meseleleri adıyla Türkçeye tercüme ederek 1935 yılında İstanbul’da yayımladı. Britannica ansiklopedisine “Türkiye’nin Yeni Zaman Tarihi” maddesini yazdı.

Adıvar’ın Türk bilim tarihi açısından en önemli çalışması, II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Paris’te yayımlanan La Science chez les Turcs Ottomans (Osmanlı Türklerinde İlim) adlı eseridir. Eser, Orhan Gazi’nin İznik’te ilk medreseyi kurduğu 14. yüzyılın başından 18. yüzyılın sonuna kadar olan süre içinde Türkiye’de bilimin durumunu, matematik, astronomi, coğrafya, kimya ve tıp konusunda eser vermiş âlimler ve eserlerini inceleyerek değerlendirmektedir.

1939’da memlekete dönen yazar, o sıralarda kurulan İslâm Ansiklopedi yazı kurulu başkanlığına getirildi. Ali Kuşçu, Harezmî ve Davud el-Antakî, Ebu’l-Kâsım Zehravî yanında Fârâbi, İbn Bâcce, İbn Haldun, Kınalızâde Ali, İbrahim Hakkı Paşa gibi filozof, tarihçi ve devlet adamlarının biyografilerini kaleme alan Adnan Adıvar, bunların dışında astroloji, İbn Meymun, İbn el-Heysem, İbn Tufeyl maddelerine notlar eklemiştir. Hayatının son dönemlerinde ansiklopediyi “K” maddesine kadar getirebilen Adıvar yerini Prof. Dr. Cavit Baysun’a devretti.

Adıvar’ın İstanbul’da yayımlanan bir diğer önemli eseri Tarih Boyunca İlim ve Din’dir. İki cilt olarak yayınlanan eser, din ve bilim ilişkileri bağlamında bir genel bilim tarihi niteliğindedir.

ESERLERİ

Çeviri: Faust Tahlil Tercümesi (1939)

Deneme-Araştırma: Felsefe Meseleleri: (1936), La Science chez les Turcs Ottomans du commencement jusqu'a la fin du moyen-age (1937) Osmanlı Türklerinde İlim (1939), Tarih Boyunca İlim ve Din (1944), Bilgi Cumhuriyeti Haberleri (1945), Farabi 870-950 (1947), Dur Düşün (1950), Hakikat Peşinde Emeklemeler (1954), Bilimin Sert Yolunda Cüretkâr Adımlar Haz. Remzi Demir (2003)

 

Ahmet Köksal


 







d. 1920 / ö.1997

şair, öğretmen, resim eleştirmeni

Yaşam Öyküsü

1920 yılında Çanakkale’nin Kızılkeçili köyünde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Çanakkale’de tamamladı. 1939’da Edirne Erkek Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. İki yıl Ayvacık’ta ilkokul öğretmenliği yaptı. 1941-1942 yılları arasında askerlik görevi için Sarıkamış ve Hasankale’de bulundu. 1946’da Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nden mezun oldu.  Silifke, Aydın, Zara, Lâpseki, Bayramiç ve Çanakkale’de resim öğretmeni ve müdür yardımcısı olarak çalıştı. İstanbul Ümraniye Lisesi’nde öğretmenken kendi isteği ile emekli olan yazar Meydan Larousse Ansiklopedisini hazırlayan ekipte yer aldı. 1997 yılında İstanbul’da aramızdan ayrıldı.

Edebi Şahsiyeti

İlk şiirleri 1940’ta Servet-i Fünun- Uyanış dergisinde yayımlandı. Bedri Gider ve Şinasi Saba ile hazırladığı “Atatürk İçin” adlı şiir antolojisi 1943’te Yeditepe yayınları arasından çıktı. Ülkü, Yirminci Asır, Ant, Edebiyat Dünyası, Kaynak, Seçilmiş Hikâyeler, Dost ve özellikle Yeditepe dergisinde yayımlanan şiirleriyle tanındı (1946-1949). 702li yıllardan itibaren Papirüs, Yeni Edebiyat, Yeni Gazete, Yansıma gibi süreli yayınlarda kitap tanıtımı ve eleştiri yazıları kaleme aldı. “Yollar Boyunca” adlı gezi yazıları 1970’te Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı.

Atilla Özkırımlı’ya göre şiirlerinde “Garip’ten sonraki ara kuşağın toplumcu yönsemeye girmiş temsilcileri arasında Anadolu görünümleri içinde bir umudu, bir direnme duygusunu yansıtmaya çalıştı.” [1] Cemal Süreya: “Ahmet Köksal’in şiirlerini otuz beş yıldan beri izlerim. Yanık Sarıda da Sonsuz Haziran’da da ve elinizdeki yeni kitabı Çoğul Mavilik’te de görülmeyen ama damarın içinde rahatça yürüyen kan gibi bir canlılık gördüm.”[2]

Şiirlerinin yanı sıra uzun yıllar Milliyet gazetesinde ve Milliyet Sanat’ta resim eleştirileri yazan Köksal, Türk resim sanatının bu alanında da çalıştı. 1988’de Ressam Malik Aksel ile ilgili bir inceleme; 1990’da Ressam İbrahim Balaban hakkında bir derleme; 1991’de Türkiye’de Figüratif Resim ve Faruk Cimok adlı bir araştırma kitabı yayımladı.

Ölümünün ardından Milliyet Sanat: “Ahmet Köksal, kişilikli bir eleştirmendi. Kendi doğruları vardı ve o bunlardan hiç ödün vermezdi. Kimi zaman bir sergiyi özellikle ya da özel bir dikkatle izlemesini ve mümkünse bir şeyler yazmasını rica ederdik, hemen "Olur" demezdi, "Bir bakarım, ben uygun görürsem yazarım" diye yanıtlardı. İnanmadığı bir sanatçı için kimse ona bir şey yazdıramazdı. Yazısının ne kadar olacağına kendi karar verirdi. Bazen teknik nedenlerle, daha kısa yazması gerektiğini söyleyecek olsak, tepki gösterir ve bizim düzenimizi onun yazılarına göre uygulamamızı söylerdi. Biraz da alıngandı galiba. Ahmet Köksal, disiplinliydi. Belki de öğretmenlik günlerinden kalma bir nitelik. Yazılarını sağlık sorunlarının olduğu günlerde bile hiç aksatmadı.[3]

ESERLERİ

Şiir: Yanık Sarı (1958), Sonsuz Haziran (1962), Çoğul Mavilik (1991)

Antoloji: Atatürk İçin (Bedri Gider ve Şinasi Saba ile) (1943), Aşk Şiirleri Antolojisi (1955), Çocuk Şiirleri (1973)

Araştırma-derleme-inceleme: Ressam Eğitimci ve Yazar Malik Aksel (1988), İbrahim Balaban (1990), Türkiye’de Figüratif Resim ve Faruk Cimok (1991)

 



[1] Atilla Özkırımlı, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, cilt 3 s. 796 Cem Yay. 1987, İstanbul

[2] Ahmet Köksal, Çoğul Mavilik, tanıtım yazısı, Bilim Kitapevi, 1991, İstanbul

Adalet Cimcoz

 








d.1910 / ö.1970

yazar, dublaj sanatçısı, küratör 

Yaşam Öyküsü

1910 yılında Çanakkale  Kilitbahir’de dünyaya geldi. Annesi Alman, babası topçu subayı bir Türk’tür. Altı yaşındayken Almanya’ya göç ettiler. Orta öğrenimini  Almanya’da tamamladı. Yurda döndükten sonra çeşitli kurumlarda sekreter ve Toprak Mahsulleri Ofisi’nde çevirmen olarak çalıştı. 1931’de dublaj sanatçısı Ağabeyi Ferdi Tayfur (O yıllarda Lorel Hardy’i seslendirdi) vesilesiyle seslendirme yapmaya başladı. Seslendirdiği ilk film, ‘King Kong’tur. Yabancı filmlerde başladığı dublaj sanatçılığını, 1950'deki Çete filminden itibaren yerli filmlerde seslendirme yaparak sürdürdü. Klasik Türk sinemasının efsane oyuncuları, Türkan Şoray, Belgin Doruk, Muhterem Nur, Sezer Sezin, Fatma Girik ve Filiz Akın’a sesiyle uzun yıllar can verdi ve “dublaj” kraliçesi olarak anıldı.

1939'da avukat Mehmet Ali Cimcoz ile evlenerek Cimcoz soyadını aldı. Mehmet Ali Cimcoz, I. Mahmut devri Osmanlı sadrazamlarından Topal Osman Paşa'nın ve Mora Sancak beylerinden İbrahim Paşa'nın torunudur. Sanata meraklı ve devrin sanatçılarıyla yakından ilişkileri vardı. Cimcoz, eşi vasıtasıyla sanat çevresini yakından tanıma fırsatı buldu. 1970 yılında İstanbul’da aramızdan ayrıldı.  Mezarı Aşiyan Kabristanı’ndadır.

Edebi Şahsiyeti

Türkiye’de dedikodu yazarlığını ilk kez başlatan Cimcoz, Hafta, Salon, Tasvir, Aydede, 20.Asır gibi gazetelerde o yıllarda yeni yeni oluşmakta olan İstanbul cemiyet hayatının görgüsüzlüğünü, zevksizliğini hicveden yazılar yazdı. Köşesinin adı Fitne Fücur’du.

1950 yılında İstanbul Beyoğlu’nda Türkiye’nin ilk özel sanat galerisi olan Maya’yı kurdu. Galeri beş yıl boyunca yaşamayı başardı. Yenilikçi sanat akımlarını yaygınlaştırmayı hedefleyen galeri, dönemin genç sanatçıları için bir okul niteliği kazandı. Cimcoz, burada, şiir ve müzikten esinlenen sergiler düzenledi.  Karikatürün bir sanat dalı olarak kabul görmesi gerektiği düşüncesiyle karikatür sergileri açtı. Heykel, mozaik, seramik, fotoğraf, desen ve halk sanatları gibi konuları bir arada sunarak görsel sanatlara disiplinler arası bir boyut kazandırmak istedi.

Sabahattin Eyüboğlu ve Azra Erhat’ın teşvikleriyle Almanca’dan Türkçeye çeviriler yapmaya başladı. Başta Brecht ve Kafka olmak üzere Alman yazarlarının yapıtlarını Türkçeye kazandırdı.  Kafka’dan Milena’ya Mektuplar çevirisi ile 1962 Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü kazandı. Bunun yanı sıra, Yeditepe, Varlık ve Yeni ufuklar gibi edebiyat dergilerinde şiir, öykü, kitap tanıtım yazıları yazdı. İstanbul Radyosu’nda kısa sohbet programları hazırladı.

Azra Erhat: “Adalet’in sesi neydi? Susup susmadığını, yok olup olmadığını ancak ne olduğunu kavramakla kestirebiliriz. Evet, çok yönlü bir sesi vardı Adalet Cimcöz’ün. Türkan Şoray’ı da Hülya Koçyiğit’i de Belgin Doruk’u da dile getirirdi o. Radyoda sabundan, diş macunundan ya da kılık kıyafetten söz etti miydi bir “şey” söylerdi hepimize. Kulağımızı diker, sesi bir yandan zevkimizi okşarken, öte yandan da sözü, söz ve öz olarak çın çın dolaşırdı beynimizin kıvrımlarında, incecik bir gonk gibi bir oraya bir buraya vurur, bir kıpırtı, bir canlılık uyandırırdı kafamızda. Vurucu, kışkırtıcı bir uyarıcılığı vardı Adalet’in. Sizi gördü mü bir bakışta sarıverir tepeden tırnağa görüntünüzü, şişmanladınız mı, zayıfladınız mı, elbiseniz yakıştı mı, yakışmadı mı, keyifli misiniz, keyifsiz mi hemen anlar, hemen de dile getirirdi düşündüğünü; ufacık bir taş atardı size.”[1]

Yazar Mine Söğüt, uzun bir araştırma ile terekesinden toplayabildiklerini bir araya getirmiş ve dostlarının “Ada”dediği Adalet Cimcoz’un yaşamöyküsü üzerine  bir kitap yazmıştır.[2]

ESERLERİ:

Çeviri: Ölüm Gemisi (B Traven, 1957), Sezua’nın İyi İnsanı (Bertolt Brecht, 1961), Milena’ya Mektuplar, (F. Kafka, 1962), Loence ile Lena (G Büchner, 1963), Dinamit (B Traven 1963), On Dakika Sonra Buffalo (Günter Grass, 1964), Eğlentili Bir Gömme Töreni (T. Déry 1967), Kafka’nın Sevgilisi Milena (Margarete Buber- Neumaan, 1967), Pamuk İşçileri (B. Traven, 1968), Adanmış Topraklar Üstünde (Efraim Kişon, 1969)


[1] Azra Erhat, Adaletin Sesi, Yeni Ufuklar, Mayıs, 1970, İstanbul

[2] Mine Söğüt, Adalet Cimcöz, Bir Yaşam Öyküsü Denemesi, Yap Kredi Yay. 2000, İstanbul

Afet Ilgaz










d. 1937 / ö.2015

yazar, öğretmen

 Yaşam Öyküsü

Tam ismi Ȃfet Muhteremoğlu olan yazar, 2 Ocak 1937 tarihinde Çanakkale’nin Ezine ilçesinde dünyaya geldi. Öğretmen Zekeriya Muhteremoğlu’nun kızıdır. Çocukluğunun ilk üç yılı babasının görevi nedeniyle Kars ve Iğdır’da geçti. 5 yaşında İstanbul’a taşındılar. Çapa İlk öğretmen Okulu’nu (1954) ve 1957 yılında Çapa Eğitim Enstitüsü Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. İzmit ve İstanbul’da bir süre orta dereceli okullarda Türkçe öğretmenliği yaptı. Yüksek öğrenimine İstanbul Üniversitesi Felsefe ve Klasik Diller bölümünde devam etti. Bu bölümü okumak isteyişini: “Bir yazar olarak gelişmemde ne çevremin ne okullarımın ne okuduğum kitapların beni gereken hızla yetiştirmede bir yararı olmamıştı. Felsefe okumaya karar vermekle sanıyorum ki bu yanlış ve ağır gidişi gene kendi sezgimle bir dereceye kadar zamanında önledim.”[1] şeklinde açıklar.

1960 yılında ülkesinden ve mesleğinden ayrılarak İtalya’ya gitti. Bir süre burada yaşadı ve döndükten sonra yaşadıklarını İtalya Mektupları adıyla kitaplaştırdı.  Muhteremoğlu adında bir kitabevi kuran yazar, 1968’de Rıfat Ilgaz’la evlendi. Birlikte Sınıf yayınlarını hayata geçirdiler. 1968’de kurulan İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı.

1990 ‘lı yıllardan itibaren İslam Tasavvufuyla ilgilenmeye başlayan yazarın, dünya görüşü sosyalist çizgiden milliyetçi, mukaddesatçı bir anlayışa kaydı. İslami yaşam biçimini seçen ve kendi ifadesiyle “dönüşüm”e uğrayan yazarın bu değişimi sanatçı kişiliğine ve eserlerine de yansıdı.  1999 Nisan seçimlerinde Fazilet Partisi’nden İstanbul Belediyesi Meclis Üyeliği’ne seçildi. Yeni Şafak, Yeni Çağ ve Millî gazetede köşe yazıları yazmayı sürdürdü

“Duaları unuttuk. Besmeleyi hayatımızdan çıkardık. Sabır, tevekkül, teslimiyet gibi İslam kalelerini yıkıp insanı yalnız bıraktık. Hele tedbir, teenni, itidal gibi ölçütlerden iyice uzağa düştük.”[2]

Ȃfet Ilgaz'ın ilk evliliğinden Haluk ve Uğur Çırakman adlarında iki oğlu, Rıfat Ilgaz ile ikinci evliliğinden ise Defne Ilgaz adında bir kızı oldu.

16 Ocak 2015 tarihinde İstanbul’da aramızdan ayrılan yazarın Kabri, Yedikule Mezarlığı’ndadır.

Edebi Şahsiyeti

Okuma sevgisini Çapa Öğretmen Okulu’nda tanıştığı Zola, Dostoyevski, Tolstoy, Gogol, Goethe, Puskin gibi yazarlarla kazandığını söyleyen yazar, Rus edebiyatı hayranı olduğunu özellikle belirtir. [3] Varlık dergisinin bir liralık yayınları sayesinde Montherland, Colette, Strati ve Kazancakis hayranı olur. Gonçarov’un üç romanı olan Oblomov’ları tekrar tekrar okurken bunun sebebini, “Bir yanımla Oblomov’a benzediğim bir gerçek” sözleriyle açıklar[4]

İlk yazısı 1954 yılında henüz 17 yaşında Dünya gazetesinde yayımlandı. Öyküleri, Yücel dergisinden başlayarak (1956), İstanbul, Türk Dili, Varlık, Yansıma, Sanat ve Toplum gibi dergilerde yer aldı. 1968’e kadar yayımlanan bütün yazılarında Ȃfet Muhtememoğlu imzasını kullandı.

Çocukluğu ve gençliği, hikayelerinde de sıklıkla yer verdiği, İstanbul Kocamustafapaşa'da geçen Ilgaz: "Ben çocukluğumdan beri bu havayı soludum. Muhafazakâr insanlardan oluşan bir ailede büyüdüm. Yazılarıma yaşadıklarım aksetti. Semtin bende uyandırdığı intibalar ve ruhumda oluşturduğu düğümlerin çözülmesi gerekiyordu.[5]

Ilgaz, eserlerinde hem kentli hem de kırsal yaşamdan kesitler sunarken, öykü, roman, deneme türlerinde verdiği eserlerle edebiyat dünyasında önemli bir yer edinmiştir. Eserlerinde orta halli insanın aile içi çatışmalarını, toplum katmanlarının çeşitli sorunlarını ve bireylerin çevreleriyle uyumsuzluğundan kaynaklanan sorunları işledi.

İlk romanı Eşiktekiler 1961 yılında yayımlandı. Roman, Yeni İstanbul Gazetesi ile Türk Dil Kurumu’nun ortaklaşa verdiği 1969 Törehan Sanat Ödülü’ne değer görüldü. Bu romanı Aşamalar (1977), Sendika (1987), Garip Bir Dava (1987), Bir Feministin Doğruya Yakın Portresi (1988) takip etti.  Ȃd -Semûd -Medyen isimli romanla başlayan, Yol, Yolcu ve Menekşelendi Sular’la devam eden, Sorgu ve Derviş’le biten (2010) nehir roman serisinde romanların merkezi kişisi Ahmet’in kimlik arayışını din-tasavvuf ekseninde ele aldı. Yol romanı (1993) Türkiye Yazarlar Birliği tarafından yılın romanı seçildi.

İlk öykü kitabı Ahmet Beylerin Bedriye 1963 yılında yayımlandı.  Başörtülüler (1965), Toprak (1963) Toprak İnsanları adıyla (1971), Halk Hikayeleri (1972), Çeribaşı Abtullah’la İdamlık İsmail (1974), Ölü Bir Kadın Yazar (1983), Kazdağı Öyküleri (2000) diğer öykü kitaplarıdır. Başörtülüler 1965 Türk Dil Kurumu Hikâye Ödülü’ne değer bulundu. “Toprak” televizyon dizisine uyarlanarak 1979 yılında TRT’de yayınlandı.

Yazar, beş adet çocuk romanı ve 2007 yılında “Çanakkale İçinden” adını verdiği bir öykü kitabı yazdı.   Çanakkale'yi içinden tanıtan bu kitapta Çanakkale’yi, insanlarını, adetlerini ve yaşayış tarzını sıcak ve samimi bir dille anlattı.  Annem Annem adlı çocuk romanı 1974 yılında TRT ekranlarında dizi olarak yayınlandı. “Çocuklar da Savaştı” ve “Filiz Büyüyor” 1987–1988 yılları arasında TRT radyolarında seslendirildi.

Ilgaz, romanlarında kadın konusunu da işlemiş, onun varoluş çabasının toplumsal yönünü vurgularken kadın dünyasının gizli ve acılarla dolu dünyasını da anlatmıştır. Eşiktekiler romanında, kadın haklarının savunucusu olarak karşımıza çıkan Dilârâ ve evlilik hazırlıkları içerisinde olan Fikret’in öyküleri; Aşamalar’da, ekonomik ve ruhsal bağımsızlığını kazanma mücadelesi veren kadınlar ile bu mücadeleyi kazanamayarak çıkmaza düşen kadınların öyküsü; Bir Feministin Doğruya Yakın Portresi’nde, çağdaş ve aklı başında bir kadının evlilik ve annelik hakkındaki düşünceleri; Sendika’da, Türkiye’de ilk kez sendikanın kurulduğu özel bir okulda öğretmenlik yapan ve çocuklarına bakan yalnız bir kadının öyküsü anlatılır. Ilgaz, sözü edilen dört romanında da yaşanılan düzenin ataerkil bir yapıya sahip olduğu ve kadınlara getirilen kısıtlamalarla kadınların ikinci plana itilerek, özgürlüklerinin kısıtlandığı görüşünü roman kişilerinin düşünceleri üzerinden yansıtır.”[6]

Yazar, 2000’li yıllardan itibaren süreli yayınlarda yazdığı fikir yazılarını kitaplaştırdı. Sırasıyla gazetelerdeki yazılarından derlediği İbn’ül Vakt (2000), İkindi Güneşi/ Direnişe ve Dirilişe Dair Denemeler (2003), Vahiy Sürecinde Kadın (2004), Statükocu Dana (2005), Yarım Kalan Devrim (2009), 11 Zabit 11 Subay (2009) okuyucusuyla buluştu.

Kadın Oradaydı, Vahiy Sürecinde Kadın, adlı kitaba Hz. Meryem yazısıyla dahil oldu. (2012)

Cumhuriyet dönemin ilk kadın yazarlarından olan Afet Ilgaz, ister sosyalist dünya görüşüne yakın olduğu ilk döneminde ister İslamcı dünya görüşünü benimsediği ikinci döneminde tüm eserlerinde milli ve insani şuuru muhafaza etmiş; eserleriyle ve hayattaki duruşuyla hepimize doğru bir örnek olmuştur.

ESERLERİ

Roman: Aşamalar (1977), Sendika (1987), Garip Bir Dava (1987), Bir Feministin Doğruya Yakın Portresi (1988), Âd. Semûd, Medyen (1991), Yol (1993), Yolcu (1994) 2 romanı eklenecek

Çocuk Romanları: Annem Annem (1971), Değişen Sevgiler (1976), Çocuklar da Savaştı (1971), Filiz Büyüyor (1991), Karadaylak (1991)

Öykü: Bedriye (1963), Başörtülüler (1965), Toprak (1963) Toprak İnsanları adıyla (1971), Halk Hikayeleri (1972), Çeribaşı Abtullah’la İdamlık İsmail (1974), Ölü Bir Kadın Yazar (1983)

Çocuk Öyküsü: Çanakkale İçinden (2007)

Deneme: İbn’ül Vakt (2000), İkindi Güneşi/ Direnişe ve Dirilişe Dair Denemeler (2003), Vahiy Sürecinde Kadın (2004), Statükocu Dana (2005), Yarım Kalan Devrim (2009), 11 Zabit 11 Subay (2009)

Gezi yazısı: İtalya Mektupları (1962)

Çeviri: En Güzel İtalyan Hikâyeleri (1962)

[1] https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/unutulmaz-romanların-usta-kalemi-afet-ılgaz/2110960#   erişim tarihi: 15 Ocak 2025

[2] https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/136904 erişim tarihi: 15 Ocak 2025

[3]Berrin Ar, “Afet Ilgaz’ın Hikâyeciliği”, Yüksek Lisans Tezi, 2011, Ankara Üniversitesi

[4] Afet Ilgaz, “Hayatım”, Gündoğan Edebiyat, 1993, sayı 5, 52-56.

[5] https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/unutulmaz-romanların-usta-kalemi-afet-ılgaz/2110960#  erişim tarihi: 15 Ocak 2025

[6] Zehra Yazbahar, “Afet (Muhteremoğlu) Ilgaz’ın Romanlarında Kadın Sorunsalı”, 2011, Turkish Studies. Turkey. 6/2. 1063-1082