edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3/16/2025

Adem Turan

 







d.1960 – ö-

şair

Yaşam Öyküsü

15 Ocak 1960 tarihinde Çanakkale’nin Biga İlçesi’nin Sinekçi köyünde dünyaya geldi. İlköğrenimini 1972’de Sinekçi Köyü İlkokulu’nda, ortaöğrenimini 1979’da Biga İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1993 senesinde Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Kısa bir süre çeşitli işlerde çalıştıktan sonra Bursa Marmara gazetesinin yazı işleri müdürlüğünde görev aldı. Sonrasında Yozgat, Trabzon ve İstanbul’da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği yaptı. Türkiye Yazarlar Birliği Üyesi olan yazarın üç çocuğu vardır ve halen Üsküdar’da yaşamaktadır.

Edebi Şahsiyeti

Şairin, “Yokluğun Bize Çok Kahır Efendim” adlı ilk şiiri Ocak 1982’de Yeni Devir gazetesinde yayımlandı. Bir söyleşisinde: “Bursa’daydım. Çok mutlu olmuştum. Sabah ezanı sularında bitmişti şiir. Hiç uyumadan sabahladım ve rahmetli hocam Mahmut Kanık’a koşarak gitmiştim.” Şiire olan alakasında Mahmut Kanık’ın büyük payının olduğunu belirten şair: “Bize çok özel davranırdı. Birçok öğrencisi vardı ama biz birkaç kişi onun etrafındaydık. Biz, ona Mahmut Ağabey derdik. Şiiri çok beğenmişti ama birkaç uyarı yapmıştı. Bazı kelimeleri sert bulmuştu. Ondan şiirin de kendine has kelimeleri olduğunu öğrenmiştim. Tabii haklıydı. O uyarıları dikkate alırım. Hayatımızda kullandığımız her kelimenin şiire girmemesi gerektiğini ondan öğrenmiştim.”[1] Bu şiirini lise öğretmeni Hüseyin Önder’e ithaf etmiştir.

Çocukluk yıllarının masallarla geçtiğini söyleyen şair, masalların halk dilinde sözlü kültürün şiir versiyonu olduğunu, kendi şiirlerinin arka planında masalların ve masalların eğittiği o çocukluğun bulunduğunu dile getirir; belki de şiir sevgisinin kendisinde buralarda meydana geldiğini ileten şair, annesinin “Arzu ile Kamber hikâyesini manilerle ağlayarak anlattığı o çocukluk yıllarının şiirine temel attığını söyler.[2]

Ortaokul yıllarında gazetelerde yayımlanan şiirleri kesip biriktirir. Mavera dergisinde Cahit Zarifoğlu’nun yönettiği “Okuyucularla” bölümüne bir şiirini yollar. Bize ait şiirin “onlar” olduğunu anladım.”[3]  dedikleri  Necip Fazıl

80’li yıllardan itibaren şiir ve yazıları; Yönelişler, Merdiven, Yedi İklim, Kelime, Bursa Sanat-Edebiyat, Kayıtlar, İkindi Yazıları, İpek Dili, Düş Çınarı, Edebiyat Ortamı, Albatros, Aşiyan, Dergâh, Ay Vakti, Hece, Ünlem, Kırağı, Sühan, Mor Taka, Lamure, Bir Nokta, Kırknar, Kuşluk Vakti, Edep gibi dergilerde okuyucuyla buluştu;

İlk şiir kitabı “Artık Kuşlarını Uçur” 1988’de yayımlandı. Bunu “Hayal Defteri” (1997), “Son Günün Şiiri” (1997) “Nisan Çobanı” (2002), “Ateşte Yıkanmış Atlar” (2007) “Devamsızlar İçin” (2014), “Şiir Taşı” (2014), “Bin Türlü Yama” (2019) takip etti.

Şiiri diğer edebi türlerden ayıran özelliğin imge olduğunu söyleyen şair, “Şair, her zaman yeni şeyler ortaya koymak zorunda. Yani hep aynı şeyleri tekrar ederse şiiri bıktırır ya da derecesini düşürür, kuracağı imgelerle yeni şeyler işaret etmesi, söylemesi gerekir.” Bir de şunu söyleyeyim: Bence şiir garip olacak ama dişil bir hadisedir. Çünkü bir annenin doğum yapması gibidir. Şairin de şiiri doğurmasıdır yazı yazılan şiir. O birikim, o süreç olmazsa yani o meyve olmazsa daldan koparıldığında nasıl acı bir tat olursa, olgun meyve tat verir, lezzet verirse şiirin de şairin içinde, belleğinde, yüreğinde, iç dünyasında olgunlaşıp dışarı çıkması gerekir. Dolayısıyla şairler şiirlerin anneleridir. Babalarıdır diyemiyorum.”[4]

“Beş Vakit Yazar” kitabında (2013) zaman konusunda gaflete düştüğümüz, “hız ve haz” vakitlerinde yazar ve şairlere incelikli sorular sorar: Diyor ki “Ey şair/yazar arkadaş! Güne nasıl başlıyorsun? Ya öğle aralığında hangi kapıları aralıyorsun? İkindi vakti dünyanın neresinde oluyorsun? Akşamların hangi minval üzere geçiyor? Ya geceyi/ geceleri nasıl yaşıyorsun?”

Son dönem eserlerinde tematik şiire yönelen şairin, Borges Borges, Gün Doğarken Gün Batımı (2016), Mangan Mangan Gün Batarken Gün Doğumu (2021) bu eğilimde kaleme aldığı eserleridir.

Fars Edebiyatı’nın önemli ismi Hafız-ı Şirazi ile ilgili tematik şiirleri Yitik Söz Dergisi’nde “Hâfız’ın Seyir Günlüğü” adıyla yayınlanmıştır.

ESERLERİ

Şiir: Artık Kuşlarını Uçur (1988), Hayal Defteri (1997), Son Günün Şiiri (1997), Nisan Çobanı (2002), Ateşte Yıkanmış Atlar (2007), Devamsızlar İçin (2014), Şiir Taşı (2014), Bin Türlü Yama (2019), Borges Borges, Gün Doğarken Gün Batımı (2016), Mangan Mangan Gün Batarken Gün Doğumu (2021)


[2] Vav tv, İki Mısra Arası Programı, Âdem Turan Şiir Hayatına Nasıl Başladı, 1 Eylül, 2021

[3] https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/sair-adem-turan-sair-her-zaman-yeni-seyler-ortaya-koymak-zorunda/2183140 erişim: 9 Nisan 2024

3/10/2025

Adnan Adıvar








d.1882 / ö. 1955

yazar, siyasetçi, akademisyen, tıp doktoru

Yaşam Öyküsü

Ülkemizin 19. yy’da yetiştirdiği bir ilimler tarihçisi, seçkin bir düşünce insanı olan Adıvar, 1882 yılında Çanakkale Gelibolu’da dünyaya geldi. Tam adı Abdülhak Adnan’dır. Kadı Ahmed Bahayi Efendi ile Sabiha Hanım’ın oğlu olan Adıvar, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Yüksek öğrenimine İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde başladı, Almanya Berlin Üniversitesi’ Tıp Fakültesi’nde tamamladı. Uzmanlığını İç hastalıkları alanında Zürih’te yaptı.

1908 Meşrutiyet’iyle birlikte İstanbul’a döndü ve Tıp Fakültesi müdürlüğüne getirildi. İki yıl bu görevde kaldıktan sonra I. Dünya Savaşı’na Trablusgarp Cephesi’nde Hilal-i Ahmer (Kızılay) müfettişi olarak katıldı ve savaş boyunca Sıhhiye Umum Müdürü, binbaşı rütbesiyle Genel Karargâh Sağlık Müfettiş Yardımcısı olarak görev yaptı. Savaşın sonunda Tıp Fakültesi'ndeki görevine döndü.

1917 yılında o sırada Lübnan'da eğitimci olarak görevli bulunan yazar Halide Edip ile evlendi. Halide Hanım'ın babasına verdiği vekâlet ile nikâhları Bursa'da kıyıldı. Adnan Bey'in 1955'te ölümüne kadar süren bu evlilikten çiftin çocukları olmadı.

Mondros Mütarekesi’nden sonra Osmanlı Mebusan Meclisi’ne İstanbul milletvekili olarak girdi. Mehmet Emin Yurdakul ve Yusuf Akçura ile Milli Türk Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı (1919).

İstanbul’u işgali üzerine (16 Mart 1920) eşi Halide Edip ile Anadolu’ya geçti ve Ankara’ya yerleşti. Birinci Dönem Büyük Millet Meclisi hükümeti tarafında Sağlık Bakanı olarak atandı. Refet Bele’nin cepheye gittiği dönemlerde vekaleten Dışişleri bakanlığı yaptı. Savaş yıllarında Çocuk Esirgeme Kurumu'nun (Himaye-i Etfal Cemiyeti) kurucuları arasında yer aldı.

Çeşitli görüş ayrılıkları sebebiyle 9 Kasım 1924'te Halk Fırkası'ndan ayrıldı, ikinci grup milletvekillerinin arasına dahil oldu. 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na katıldı. Partinin Haziran 1925’te kapatılmasından sonra bir süre bağımsız milletvekili olarak mecliste yer aldı. 30 Ocak 1926'da milletvekilliğinden çekildi ve eşi Halide Edip’le birlikte Türkiye’den ayrıldı.  14 yıl boyunca İngiltere ve Fransa’da yaşadı.

1946- 1950 yılları arasında İstanbul milletvekili; 1950- 1954 yılları arasında Bağımsız Milletvekili olan Adıvar, 1955 yılında meclisten ayrıldı ve ilim alanındaki çalışmalarına döndü. Son yıllarındaki araştırma yazılarını Cumhuriyet ve Yeni Ufuklar dergisinde yayımladı.

1Temmuz 1955 tarihinde İstanbul’daki evinde hayata gözlerini yuman yazarın kabri Merkez Efendi Kabristanı’ndadır. Ölümü üzerine Yeni Ufuklar dergisi Ağustos 1955’te özel bir sayı çıkarmış eşi Halide Edip de bir anma kitabı yayımlamıştır. (1956)

Edebi Şahsiyeti

Adnan Adıvar, Paris Doğu Dilleri Okulunda sekiz yıl boyunca Türkçe hocası olarak görev yaptı. Yurt dışında yaşadığı dönemde Bertrand Russell'ın The Problems of Philosophy (Londra 1911) adlı eserini Felsefe Meseleleri adıyla Türkçeye tercüme ederek 1935 yılında İstanbul’da yayımladı. Britannica ansiklopedisine “Türkiye’nin Yeni Zaman Tarihi” maddesini yazdı.

Adıvar’ın Türk bilim tarihi açısından en önemli çalışması, II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Paris’te yayımlanan La Science chez les Turcs Ottomans (Osmanlı Türklerinde İlim) adlı eseridir. Eser, Orhan Gazi’nin İznik’te ilk medreseyi kurduğu 14. yüzyılın başından 18. yüzyılın sonuna kadar olan süre içinde Türkiye’de bilimin durumunu, matematik, astronomi, coğrafya, kimya ve tıp konusunda eser vermiş âlimler ve eserlerini inceleyerek değerlendirmektedir.

1939’da memlekete dönen yazar, o sıralarda kurulan İslâm Ansiklopedi yazı kurulu başkanlığına getirildi. Ali Kuşçu, Harezmî ve Davud el-Antakî, Ebu’l-Kâsım Zehravî yanında Fârâbi, İbn Bâcce, İbn Haldun, Kınalızâde Ali, İbrahim Hakkı Paşa gibi filozof, tarihçi ve devlet adamlarının biyografilerini kaleme alan Adnan Adıvar, bunların dışında astroloji, İbn Meymun, İbn el-Heysem, İbn Tufeyl maddelerine notlar eklemiştir. Hayatının son dönemlerinde ansiklopediyi “K” maddesine kadar getirebilen Adıvar yerini Prof. Dr. Cavit Baysun’a devretti.

Adıvar’ın İstanbul’da yayımlanan bir diğer önemli eseri Tarih Boyunca İlim ve Din’dir. İki cilt olarak yayınlanan eser, din ve bilim ilişkileri bağlamında bir genel bilim tarihi niteliğindedir.

ESERLERİ

Çeviri: Faust Tahlil Tercümesi (1939)

Deneme-Araştırma: Felsefe Meseleleri: (1936), La Science chez les Turcs Ottomans du commencement jusqu'a la fin du moyen-age (1937) Osmanlı Türklerinde İlim (1939), Tarih Boyunca İlim ve Din (1944), Bilgi Cumhuriyeti Haberleri (1945), Farabi 870-950 (1947), Dur Düşün (1950), Hakikat Peşinde Emeklemeler (1954), Bilimin Sert Yolunda Cüretkâr Adımlar Haz. Remzi Demir (2003)

 

Arif Damar









d.1925 / ö.2010

şair

Yaşam Öyküsü

23 Temmuz 1925 tarihinde Çanakkale’nin Gelibolu ilçesine bağlı Karainebeyli köyünde doğdu. Babası, doğduğu köyün hocası, Hacı Hüsnü Efendi; annesi, Mükerrem Hanım’dır. Beş yaşında annesini, on bir yaşında babasını kaybetti. Köy ilkokulunda başladığı ilköğreniminin son sınıfını, bir yıl bakımını üstlenen teyzesinin yanında Çanakkale Cumhuriyet İlkokulu’nda (1937), orta öğrenimini Edirne Yenikapı Ortaokulu’nda tamamladı. İstanbul Erkek Lisesi’ndeyken okulu bıraktı ve her zaman istediği gibi erken yaşta hayata atıldı. 1944’te Ankara’ya taşındı ve Ant dergisinin yayın kadrosuna katıldı.  1944 ile 1947 yılları arasında Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nde memur olarak çalıştı.  Askerlik görevini Erzurum’da ve bir süre Sivas Zara’da sürgün alayında yaptıktan sonra 1950 yılında tekrar İstanbul’a döndü.  Mahmutbey’de işportacılık yaptı. Anne ve babasını çocuk yaşta kaybettiği için sistemli bir eğitim alamamış buna bağlı olarak iş hayatı da pek parlak geçmemiş, uzun süreli, tutunabildiği bir mesleği olmamıştır. 1946 yılında Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ne üye oldu. Türkiye Gençler Derneği’nin Ankara’dan İstanbul’a on günde yaptığı yürüyüşe katıldı. 15 Kasım 1951’de yayımlanan "Dayanılmaz" adlı şiirinin ardından gizli örgüt üyesi olduğu suçlamasıyla 1951’de TKP davasında TCK’NIN 141. maddesi gereğince tutuklandı. İki yıl hapis yattıktan sonra kanıt yetersizliğinden aklanarak cezaevinden çıktı. Geçimini sağlamak için bazı şirketlerin muhasebe servislerinde çalıştı. 1956 yılında Günden Güne adlı şiir kitabında yayınladığı bir şiirinden dolayı yargılandı, tekrar aklandı.

Ülkede patlak veren 6-7 Eylül siyasi olaylarından sonra aranan aydın ve sanatçıların içinde bulundu. Nahit Hanım’ın evinde saklandı ve onunla 1963 yılına kadar sürecek olan evlilikleri böylece başlamış oldu. Sebahaddin Eyüboğlu tarafından düzenlenen mavi yolculuklara katılan ve bu yolculuklar sırasında Sebahaddin Eyüboğlu’nun öğrencisi olan Tülin Hanım’la ikinci evliliğini yaptı ve bu evliliklerinden Nice adlı bir erkek çocukları dünyaya geldi.

Arif Damar 1969 yılından itibaren yeni bir yol denemek isteyerek İstanbul’un Suadiye semtinde Yeryüzü Kitabevini açtı. Yasak yayın bulundurduğu gerekçesiyle 1982 yılında tekrar 3 ay hapis cezasına çarptırıldı ve Bozcaada Tutukevi’nde yattı. 1984 yılında kitapevini kapatıp kendisini tüm enerjisiyle şiire ve yazılarına verdi. En son, Cumhuriyet gazetesinde “Ayın Şairi” bölümünü hazırlıyordu.

2010 yılında kalp yetmezliği nedeniyle Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hayata gözlerini yumdu, Kabri, Çengelköy Mezarlığı’ndadır.

Edebi Şahsiyeti

Arif Damar, şiir yazmaya henüz ortaokul yıllarında 15 yaşlarındayken başlar. “Edirne Akşamı” adlı şiiri büyük ilgi görür öyle ki dönemin ünlü şairlerinden Hasan İzzettin Dinamo kendisini ziyaret etmiş ve bu andan itibaren yazar, “Harika Çocuk” olarak anılmıştır. Şiire başlama serüveniyle ilgili: “Ünlü şair Hasan İzettin Dinamo beni görmeye geldi okula, yetenekli çocuk olarak. Yenikapı ortaokulunu bitirdim ve İstanbul Erkek Lisesine başladım. O sırada Nazım Hikmet şiirleriyle tanışmıştım. Erzincan depremi üzerine yazdığı bir şiiri gazetede yayımlanmıştı. Şiirden çok altındaki not beni çok etkiledi. “Kesemden verecek bir şeyim yok, yüreğimden verdim.” diye. Bu nottan çok etkilenmiştim yazarın hapishanede olduğunu duymuştum. ‘Bu kadar güzel şiir yazan biri neden hapishanede?’ diye sorup düşüncelerini merak ettim ve araştırmaya başladım. O zaman Nazım Hikmet’in Salkım Söğüt şiirini bir de Yahya Kemal’in Mehlika Sultan şiirini ezbere bilirdim. Yurdun penceresinden sokağa doğru bağıra bağıra bunları okurdum. Ağabeyim gizlice getirirdi bana Nazım şiirlerini, hepsini ezberlemeye başladım. Kadırga Öğrenci Yurdu’nda iki taraf vardı. İdealistler ve Marksistler. İki taraf da beni çekiştiriyordu. Ben Marksistlerin elinde kalmıştım. İstanbul Erkek Lisesi’ndeyken artık Marksist olmuştum ama okuldan atıldım. Ben de zaten okulu değil okumayı seviyordum. Çok da üzülmedim. Ben de Gorki gibi yazar olurum dedim ve kitap okumaya devam ettim. Ondan sonra da kendi kendimi yetiştirdim. İyi bir okur olduğumu söyleyebilirim.[1]

Çocuk sayılabilecek yaşlarda şiir ve sanat ortamlarına giren yazarın ilk şiiri 1941 senesinde Hasan Tanrıkut tarafından Yeni İnsanlık dergisinde yayımlandı. Gün dergisinde de yayımlanan bu ilk şiirlerinde Nazım’ın etkisi henüz belirgin değildi. Necip Fazıl, Ahmet Haşim, Yahya Kemal tesirinde yazılmış bu sakin gençlik şiirlerinden de önce Gelibolu’da okul müsamerelerine birlikte çıktığı sevgilisi Fitnat’a yazdığı çocuksu şiirleri de olmuştu. Bunları hiç yayımlamadı. Sosyalist düşünceyi benimsese de ilk dönem şiirlerinde toplumcu çizgiyi yansıtmakta henüz yetersizdi. Abidin Dino’nun çıkardığı Yeni Ses, Ant ve İnsan dergilerinde yayımlanan şiirleriyle tamimiyle toplumcu- gerçekçi çizgiye kaydı ve Arif Barikat, Ece Ovalı takma adlarını kullandığı bu şiirlerde “kendi sesini buldu”. 1956 yılıyla birlikte bazı şiirlerini “Günden Güne” adıyla yayımladı ancak kitap 5 ay sonra toplatıldı. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan şair, kısa bir süre sonra aklandı. Sonraki yıllarda yazı ve şiirleri Ant, Yeryüzü, Dost, Yelken, Yeditepe, Yön, Papirüs, Türk Solu, Türkiye Yazıları, Milliyet Sanat, Gösteri, Yeni Düşün, Varlık ve Adam Sanat gibi pek çok dergide yer aldı.

İstanbul Bulutu adlı ikinci şiir kitabını 1958 yılında yayımladı. Bu kitabı, 1959’da Kedi Aklı, 1963’te Saat Sekizi Geç Vurdu, 1966’da Alıcı Kuş izledi. İstanbul Bulutu kitabıyla, Yeditepe Şiir Armağanı ödülünü Cemal Süreya ile paylaştı (1959)

Arif Barikat ve Ece Ovalı takma adlarıyla yazdığı yüksek sesli, coşkun söyleyişler dönemin sevilen toplumcu şairleri arasında yer almasını sağladı. Şair, “Kedi Aklı” kitabından itibaren şiirine yeni bir dil ve söyleyiş olanakları aramaya başladı. Şiirlerinin içeriği yalnızca işçilere, devrimci liderlere, halk kahramanlarına yazılan konulardan eşe, arkadaşa, sevgiliye, insana yazılan şiirlere; üslubu sembolik bir anlatım tarzına evrildi.

Sürrealist akımın devrimci bir akım olduğunu sezgileriyle kavrayan şair, uzak çağrışım, dolaylı anlatım, imgeleme yaslanan bir şiir anlayışına ulaştı. Ancak bu şiirler, bazı temsilcilerinin işi anlamsızlığa kadar götürdüğü "İkinci Yeni" akımının tersine; toplumsal içeriği dışlamayan, yine yüksek sesle okunacak coşkun söyleyişlerdir. “Yanlış anımsamıyorsam Brecht: ‘Halk için de savaşan entelektüeller için de yazmak, halk için yazmaktır’ demiştir. Bu şekilde yazılmayan şiirler için kapalı şiir diyorlar. Hâlbuki Ritsos, Neruda bizim ülkemizdeki toplumcular gibi mi yazıyor? Şimdi tekrar söylemem gerekirse; ben toplumcuyum, gerçekçiyim; ama toplumcu gerçekçi değilim.”[2] Bu tutumu yerleşik kalıplara bağlı bazı sosyalist şairler tarafından yadırgandı. Şiirinde değişen tek şeyin biçem olduğunu içerikte aynı kaldığını söyleyen şair o yıllarda “kavga” arkadaşlarının gösterdiği tepki karşısında: “Marksist şiir anlayışının tanımı hiçbir zaman Sosyalist realizm değildir. Ancak bunu söylemek hele de o yıllarda söylemek hiç de kolay bir iş değildi. Ciddi tepkilerle karşılaşabilirdim. O yıllarda Marksist sanat anlayışını anlatan tek bir kuramsal kitap vardı. Bir Amerikalının kaleme aldığı ‘Altın Zincir’. Gerçi Stalin bile bu kitap için ‘kaba bir kitap’ demişti… Hiçbir sosyalist kuramcının kitabı Türkçeye çevrilmemişti. Var olan anlayışa göre de gerçeküstücülük gerici bir akım olarak görülüyordu. Ama gerçeküstücülük aslında hiç de böyle bir akım değildi. Ben, bu durumun kültür mirası olduğunu düşündüm. Dünyanın önde gelen toplumcu şairleri de şiirlerinde biçem değişikliği yapmışlar hatta aşk şiirleri bile yazmışlardı. Şunu da söyleyeyim, Nazım Hikmet aşk şiiri yazmasaydı, biz aşk şiiri de yazamazdık. Benim sunularım içinde bir beyit vardır. ‘Kendimi onun yerine koydum da düşündüm/Gökyüzünün yerine koydum da düşündüm” Bu sunu şiirimdeki geniş düşünceyi açıklıyor. [3]

Arif Damar’ın onu kendi kuşağından ayıran en belirgin özelliği Garip, İkinci Yeni ve Sürrealizme açık olması, biçim ve dil araştırmalarını elden bırakmadan kendi bireysel gerçeğini aramaya yönelmesidir. İlhan Berk, Şairin Ölüm Yok Ki adlı eserine yazdığı önsözünü “Sen ey ‘soğuk demircisi’ şiirin!” diye bitirir.

1994 Salihli Dionysios Şiir Ödülü ve 1996 Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü sahibidir.

 Şair, 1959 yılında Tercüman gazetesinde Melih Cevdet Anday ile birlikte tefrika ettikleri "Yağmurlu Sokak" adlı ilk ve tek romanını 1991 yılında yayımladı.

Mehmet Fuat “Yaşlı Bir Şaire Mektuplar” da şairin çocuk yaşlardan itibaren toplumcu kuşak içinde var olduğunu vurgular: “Acelesi varmış herhâlde”  [4] “Evet acelem vardı çünkü yoksulluktan geliyordum ve bu düzen değişmezse yoksulluk kalıcı olacaktı. Bu yoksulluğu yeryüzünden silmek için acelem vardı.”[5]

ESERLERi:

Şiir: Günden Güne (1956), İstanbul Bulutu (1958), Kedi Aklı (1959), Saat Sekizi Geç Vurdu (1962), Alıcı Kuş (1966), Seslerin Ayak Sesleri (1975), Alıcı Kuşu Kardeşliğin (1976), Ölüm Yok ki (1980), Ay Ayakta Değildi (1984), Acı Ertelenirken (1985), Günden Güne (1986), Yoksulduk Dünyayı Sevdik (1988), Onarırken Kendini (1992), Eski Yağmurları Dinliyordum (1995), Kitaplar Kitabı (2000), Külliyen Red (2002), Kırık Makara (2004)

Roman: Yağmurlu Sokak (Melih Cevdet Anday ile) (1991)

Deneme-Makale: Edebiyat Yazıları (2007)

[1] https://www.gazetekadikoy.com.tr/kultur-sanat/siirin-harika-ocugu-arif-damar

[2] Gündoğdu, C. (2005): “Arif Damar ile Söyleşi”, Aralık 2005, 50-54

[3] Arif Damar, Söyleşi, Milliyet Sanat, Temmuz 2001

[4] Fuat Mehmet, Yaşlı Bir Şaire Mektuplar, Adam Yay. 1999, İstanbul

[5] Arif Damar, Söyleşi, Milliyet Sanat, Temmuz, 2001