d.1925 / ö.2010
şair
Yaşam Öyküsü
23 Temmuz 1925 tarihinde Çanakkale’nin Gelibolu ilçesine bağlı Karainebeyli köyünde doğdu. Babası, doğduğu köyün hocası, Hacı Hüsnü Efendi; annesi, Mükerrem Hanım’dır. Beş yaşında annesini, on bir yaşında babasını kaybetti. Köy ilkokulunda başladığı ilköğreniminin son sınıfını, bir yıl bakımını üstlenen teyzesinin yanında Çanakkale Cumhuriyet İlkokulu’nda (1937), orta öğrenimini Edirne Yenikapı Ortaokulu’nda tamamladı. İstanbul Erkek Lisesi’ndeyken okulu bıraktı ve her zaman istediği gibi erken yaşta hayata atıldı. 1944’te Ankara’ya taşındı ve Ant dergisinin yayın kadrosuna katıldı. 1944 ile 1947 yılları arasında Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nde memur olarak çalıştı. Askerlik görevini Erzurum’da ve bir süre Sivas Zara’da sürgün alayında yaptıktan sonra 1950 yılında tekrar İstanbul’a döndü. Mahmutbey’de işportacılık yaptı. Anne ve babasını çocuk yaşta kaybettiği için sistemli bir eğitim alamamış buna bağlı olarak iş hayatı da pek parlak geçmemiş, uzun süreli, tutunabildiği bir mesleği olmamıştır. 1946 yılında Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ne üye oldu. Türkiye Gençler Derneği’nin Ankara’dan İstanbul’a on günde yaptığı yürüyüşe katıldı. 15 Kasım 1951’de yayımlanan "Dayanılmaz" adlı şiirinin ardından gizli örgüt üyesi olduğu suçlamasıyla 1951’de TKP davasında TCK’NIN 141. maddesi gereğince tutuklandı. İki yıl hapis yattıktan sonra kanıt yetersizliğinden aklanarak cezaevinden çıktı. Geçimini sağlamak için bazı şirketlerin muhasebe servislerinde çalıştı. 1956 yılında Günden Güne adlı şiir kitabında yayınladığı bir şiirinden dolayı yargılandı, tekrar aklandı.
Ülkede patlak veren 6-7 Eylül siyasi olaylarından sonra aranan aydın ve sanatçıların içinde bulundu. Nahit Hanım’ın evinde saklandı ve onunla 1963 yılına kadar sürecek olan evlilikleri böylece başlamış oldu. Sebahaddin Eyüboğlu tarafından düzenlenen mavi yolculuklara katılan ve bu yolculuklar sırasında Sebahaddin Eyüboğlu’nun öğrencisi olan Tülin Hanım’la ikinci evliliğini yaptı ve bu evliliklerinden Nice adlı bir erkek çocukları dünyaya geldi.
Arif Damar 1969 yılından itibaren yeni bir yol denemek isteyerek İstanbul’un Suadiye semtinde Yeryüzü Kitabevini açtı. Yasak yayın bulundurduğu gerekçesiyle 1982 yılında tekrar 3 ay hapis cezasına çarptırıldı ve Bozcaada Tutukevi’nde yattı. 1984 yılında kitapevini kapatıp kendisini tüm enerjisiyle şiire ve yazılarına verdi. En son, Cumhuriyet gazetesinde “Ayın Şairi” bölümünü hazırlıyordu.
2010 yılında kalp yetmezliği nedeniyle Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hayata gözlerini yumdu, Kabri, Çengelköy Mezarlığı’ndadır.
Edebi Şahsiyeti
Arif Damar, şiir yazmaya henüz ortaokul yıllarında 15 yaşlarındayken başlar. “Edirne Akşamı” adlı şiiri büyük ilgi görür öyle ki dönemin ünlü şairlerinden Hasan İzzettin Dinamo kendisini ziyaret etmiş ve bu andan itibaren yazar, “Harika Çocuk” olarak anılmıştır. Şiire başlama serüveniyle ilgili: “Ünlü şair Hasan İzettin Dinamo beni görmeye geldi okula, yetenekli çocuk olarak. Yenikapı ortaokulunu bitirdim ve İstanbul Erkek Lisesine başladım. O sırada Nazım Hikmet şiirleriyle tanışmıştım. Erzincan depremi üzerine yazdığı bir şiiri gazetede yayımlanmıştı. Şiirden çok altındaki not beni çok etkiledi. “Kesemden verecek bir şeyim yok, yüreğimden verdim.” diye. Bu nottan çok etkilenmiştim yazarın hapishanede olduğunu duymuştum. ‘Bu kadar güzel şiir yazan biri neden hapishanede?’ diye sorup düşüncelerini merak ettim ve araştırmaya başladım. O zaman Nazım Hikmet’in Salkım Söğüt şiirini bir de Yahya Kemal’in Mehlika Sultan şiirini ezbere bilirdim. Yurdun penceresinden sokağa doğru bağıra bağıra bunları okurdum. Ağabeyim gizlice getirirdi bana Nazım şiirlerini, hepsini ezberlemeye başladım. Kadırga Öğrenci Yurdu’nda iki taraf vardı. İdealistler ve Marksistler. İki taraf da beni çekiştiriyordu. Ben Marksistlerin elinde kalmıştım. İstanbul Erkek Lisesi’ndeyken artık Marksist olmuştum ama okuldan atıldım. Ben de zaten okulu değil okumayı seviyordum. Çok da üzülmedim. Ben de Gorki gibi yazar olurum dedim ve kitap okumaya devam ettim. Ondan sonra da kendi kendimi yetiştirdim. İyi bir okur olduğumu söyleyebilirim.[1]
Çocuk sayılabilecek yaşlarda şiir ve sanat ortamlarına giren yazarın ilk şiiri 1941 senesinde Hasan Tanrıkut tarafından Yeni İnsanlık dergisinde yayımlandı. Gün dergisinde de yayımlanan bu ilk şiirlerinde Nazım’ın etkisi henüz belirgin değildi. Necip Fazıl, Ahmet Haşim, Yahya Kemal tesirinde yazılmış bu sakin gençlik şiirlerinden de önce Gelibolu’da okul müsamerelerine birlikte çıktığı sevgilisi Fitnat’a yazdığı çocuksu şiirleri de olmuştu. Bunları hiç yayımlamadı. Sosyalist düşünceyi benimsese de ilk dönem şiirlerinde toplumcu çizgiyi yansıtmakta henüz yetersizdi. Abidin Dino’nun çıkardığı Yeni Ses, Ant ve İnsan dergilerinde yayımlanan şiirleriyle tamimiyle toplumcu- gerçekçi çizgiye kaydı ve Arif Barikat, Ece Ovalı takma adlarını kullandığı bu şiirlerde “kendi sesini buldu”. 1956 yılıyla birlikte bazı şiirlerini “Günden Güne” adıyla yayımladı ancak kitap 5 ay sonra toplatıldı. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan şair, kısa bir süre sonra aklandı. Sonraki yıllarda yazı ve şiirleri Ant, Yeryüzü, Dost, Yelken, Yeditepe, Yön, Papirüs, Türk Solu, Türkiye Yazıları, Milliyet Sanat, Gösteri, Yeni Düşün, Varlık ve Adam Sanat gibi pek çok dergide yer aldı.
İstanbul Bulutu adlı ikinci şiir kitabını 1958 yılında yayımladı. Bu kitabı, 1959’da Kedi Aklı, 1963’te Saat Sekizi Geç Vurdu, 1966’da Alıcı Kuş izledi. İstanbul Bulutu kitabıyla, Yeditepe Şiir Armağanı ödülünü Cemal Süreya ile paylaştı (1959)
Arif Barikat ve Ece Ovalı takma adlarıyla yazdığı yüksek sesli, coşkun söyleyişler dönemin sevilen toplumcu şairleri arasında yer almasını sağladı. Şair, “Kedi Aklı” kitabından itibaren şiirine yeni bir dil ve söyleyiş olanakları aramaya başladı. Şiirlerinin içeriği yalnızca işçilere, devrimci liderlere, halk kahramanlarına yazılan konulardan eşe, arkadaşa, sevgiliye, insana yazılan şiirlere; üslubu sembolik bir anlatım tarzına evrildi.
Sürrealist akımın devrimci bir akım olduğunu sezgileriyle kavrayan şair, uzak çağrışım, dolaylı anlatım, imgeleme yaslanan bir şiir anlayışına ulaştı. Ancak bu şiirler, bazı temsilcilerinin işi anlamsızlığa kadar götürdüğü "İkinci Yeni" akımının tersine; toplumsal içeriği dışlamayan, yine yüksek sesle okunacak coşkun söyleyişlerdir. “Yanlış anımsamıyorsam Brecht: ‘Halk için de savaşan entelektüeller için de yazmak, halk için yazmaktır’ demiştir. Bu şekilde yazılmayan şiirler için kapalı şiir diyorlar. Hâlbuki Ritsos, Neruda bizim ülkemizdeki toplumcular gibi mi yazıyor? Şimdi tekrar söylemem gerekirse; ben toplumcuyum, gerçekçiyim; ama toplumcu gerçekçi değilim.”[2] Bu tutumu yerleşik kalıplara bağlı bazı sosyalist şairler tarafından yadırgandı. Şiirinde değişen tek şeyin biçem olduğunu içerikte aynı kaldığını söyleyen şair o yıllarda “kavga” arkadaşlarının gösterdiği tepki karşısında: “Marksist şiir anlayışının tanımı hiçbir zaman Sosyalist realizm değildir. Ancak bunu söylemek hele de o yıllarda söylemek hiç de kolay bir iş değildi. Ciddi tepkilerle karşılaşabilirdim. O yıllarda Marksist sanat anlayışını anlatan tek bir kuramsal kitap vardı. Bir Amerikalının kaleme aldığı ‘Altın Zincir’. Gerçi Stalin bile bu kitap için ‘kaba bir kitap’ demişti… Hiçbir sosyalist kuramcının kitabı Türkçeye çevrilmemişti. Var olan anlayışa göre de gerçeküstücülük gerici bir akım olarak görülüyordu. Ama gerçeküstücülük aslında hiç de böyle bir akım değildi. Ben, bu durumun kültür mirası olduğunu düşündüm. Dünyanın önde gelen toplumcu şairleri de şiirlerinde biçem değişikliği yapmışlar hatta aşk şiirleri bile yazmışlardı. Şunu da söyleyeyim, Nazım Hikmet aşk şiiri yazmasaydı, biz aşk şiiri de yazamazdık. Benim sunularım içinde bir beyit vardır. ‘Kendimi onun yerine koydum da düşündüm/Gökyüzünün yerine koydum da düşündüm” Bu sunu şiirimdeki geniş düşünceyi açıklıyor. [3]
Arif Damar’ın onu kendi kuşağından ayıran en belirgin özelliği Garip, İkinci Yeni ve Sürrealizme açık olması, biçim ve dil araştırmalarını elden bırakmadan kendi bireysel gerçeğini aramaya yönelmesidir. İlhan Berk, Şairin Ölüm Yok Ki adlı eserine yazdığı önsözünü “Sen ey ‘soğuk demircisi’ şiirin!” diye bitirir.
1994 Salihli Dionysios Şiir Ödülü ve 1996 Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü sahibidir.
Şair, 1959 yılında Tercüman gazetesinde Melih Cevdet Anday ile birlikte tefrika ettikleri "Yağmurlu Sokak" adlı ilk ve tek romanını 1991 yılında yayımladı.
Mehmet Fuat “Yaşlı Bir Şaire Mektuplar” da şairin çocuk yaşlardan itibaren toplumcu kuşak içinde var olduğunu vurgular: “Acelesi varmış herhâlde” [4] “Evet acelem vardı çünkü yoksulluktan geliyordum ve bu düzen değişmezse yoksulluk kalıcı olacaktı. Bu yoksulluğu yeryüzünden silmek için acelem vardı.”[5]
ESERLERi:
Şiir: Günden Güne (1956), İstanbul Bulutu (1958), Kedi Aklı (1959), Saat Sekizi Geç Vurdu (1962), Alıcı Kuş (1966), Seslerin Ayak Sesleri (1975), Alıcı Kuşu Kardeşliğin (1976), Ölüm Yok ki (1980), Ay Ayakta Değildi (1984), Acı Ertelenirken (1985), Günden Güne (1986), Yoksulduk Dünyayı Sevdik (1988), Onarırken Kendini (1992), Eski Yağmurları Dinliyordum (1995), Kitaplar Kitabı (2000), Külliyen Red (2002), Kırık Makara (2004)
Roman: Yağmurlu Sokak (Melih Cevdet Anday ile) (1991)
Deneme-Makale: Edebiyat Yazıları (2007)
[1] https://www.gazetekadikoy.com.tr/kultur-sanat/siirin-harika-ocugu-arif-damar
[2] Gündoğdu, C. (2005): “Arif Damar ile Söyleşi”, Aralık 2005, 50-54
[3] Arif Damar, Söyleşi, Milliyet Sanat, Temmuz 2001
[4] Fuat Mehmet, Yaşlı Bir Şaire Mektuplar, Adam Yay. 1999, İstanbul
[5] Arif Damar, Söyleşi, Milliyet Sanat, Temmuz, 2001