3/10/2025

Bedri Gider












d. 1921 / ö.1967

şair, öğretmen 

Yaşam Öyküsü

1921 yılında Çanakkale’nin Biga ilçesinde doğdu. 93 Harbi’nin (1877/1878 Osmanlı-Rus Savaşı) kaybedilmesinden sonra Bulgaristan’ın Flibe ilçesinden Anadolu’ya göçen ve kökleri Konya’ya dayanan bir aileye mensuptur. Babası İsa Gider dönemin aydın din adamlarından I. Dünya Savaşı’nda Yemen, Süveyş, Filistin cephelerinde savaşmış bir gazidir.

Yazar, İlk ve orta öğrenimini Biga’da tamamladı (1938). Yüksek öğrenimine Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü’nde başladı ancak Sosyalizm propagandası yaptıkları gerekçesiyle bir grup arkadaşı ile birlikte son sınıftayken okuldan atıldı. Çok istediği halde öğretmen olamayışı onda derin bir kalp kırıklığı yarattı. “İyi bir köy öğretmeni olmak için can atıyordum. İdealin ne demek olduğunu burada öğrendim. Öğretmenlik! Ne yüce duygudur o. Tatillerde köyüme geliyor, bütün günümü köyü ve köylüyü tanımaya hasrediyordum. Zaten ben de onlardan bir parçaydım. Onların dertleri, sevinçleri aynı zamanda benimdi de. Artık öğretmenlik mesleğinin tılsımlı anahtarı elimdeydi: Köylüye kendini sevdirmek. Köylüye kendini sevdiren bir Atatürk çocuğu, bir devrim neferi ödevinin yarısını yapmış sayılır (...) Öğretmenlik aşkı ruhumu derinden kavramış, hiçbir işte tutunamıyorum. Şimdi kendimi iyice şiire verdim.”[1] Bu talihsiz olayın ardından Çanakkale Biga’ya dönmek zorunda kaldı. Uzunca bir süre iş bulamadığı için geçim sıkıntısı çekti. Çeşitli meslek kuruluşlarında memur olarak çalıştıysa da tam bir refaha ulaşamadıa. 1965 yılında büyük oğlu Müjdat Gider ’in hukuk eğitimi için ailecek İstanbul’a yerleştiler. Sirkeci’de bir kırtasiye dükkanında çalıştı, yazmaya devam etti. 1967 yılında geçirdiği ani bir kalp krizi sonucu aramızdan sessizce ayrıldı.

Edebi Şahsiyeti

Şiire ve edebiyata yönelimi üniversite yıllarında Nazım Hikmeti okuyarak başlar. Okul binasına giz li gizli sokulan Nazım şiirlerindeki dünya görüşünden etkilenir. Şairin hem fiili hem fikri düzeyde Kurtuluş Savaşı’na destek verişi, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile Donanma Davası’nda yargılanarak 15 yıl hapis cezasına çarptırılması (1938), toprak mülkiyetinde yaşanan haksızlıkların tesiriyle üniversite yıllarında Sosyalist düşünceye yaklaştı. Yurt sevgisi, ezilenlerin hikayeleri, sorunları, köylülerin hayatları, isyanları ve aşkları üzerine şiirler yazmaya başlar. Toplumsal duyarlılığın ağırlıklı olduğu bu ilk şiirler 1943 yılından itibaren Edebiyat Dünyası, Kaynak, Pazar Postası, Yeditepe, Yol, Şairler Yaprağı gibi dergilerde yer aldı. Şiirleri, dönemin genel eğilimleri ölçüsünde başarılı kabul edildi.  “Bedri Gider, ilerisi için ümit veren genç şairlerimizin öncülerindendir. Çünkü o, memleketi, köyü, köylüyü çoğumuzdan daha iyi bilir. Gerçek memleket edebiyatı görerek, bilerek, yaşayarak yapılandır. Başkası değil.”[2] Şiirde insani durumları yalın ve düzeyli bir Türkçe ile aktardı.

Köy enstitülerinden çıkan toplumcularla ilişkiye geçen yazar, Fakir Baykurt başta olmak üzere İsmail Hakkı Tonguç'tan destek gördü. Bu ilişkileri sayesinde İzmir'deki bir matbaa ilk şiir kitabı olan Memleket Rüzgârları’nı basmayı kabul etti.

Yazın faaliyetlerini ailesinden aldığı borçlarla kurduğu "Şavk" adlı gazetede sürdürdü. Burada bazı kamu görevlilerinin yaptıkları hukuksuzlukları deşifre etti, halkın günlük sıkıntılarının çözümleri üzerine yazılar kaleme aldı. Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinin bölge temsilciliğini yaptığı sırada yaşadığı yerle ilgili önemli haberlerin ulusal basında yer almasını sağladı. Şiirlerinin yanı sıra çoğunluğu Biga coğrafyasını, tarihini, kültürünü konu alan günlük yazıları ve köy öğretmenini anlattığı öyküleri Biga gazetelerinde yayımlandı.

1953 yılında Şinasi Saba ve hemşerisi Ahmet Köksal ile Atatürk Şiirleri Antolojisini hazırladılar. İstanbul’a yerleştikten sonra, bir dönem Disk’in nüvesini oluşturacak bir işçi dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı ve "Şoförün Sesi" adlı bir derginin yayımlanmasına destek oldu. Birkaç ay bu dergide baş yazar olarak çalıştı.

1967’de Öğretmen arkadaşı Mehmet Cimi ile Sosyal Şiirler Antolojisi ile toplumcu şiirin ülkemizdeki örneklerini bir araya getirdiler. Bu antolojide kendisine ait iki şiire de yer verdi. Çocuklar için yazdığı şiirlerini “Levent Kedi” adlı kitabında topladı. 1950 ve 1970 yılları arasında, iki şiirine Azerbaycan ve Bulgaristan'daki ortaöğretim statüsündeki okullarda resmi müfredat dahilinde öğretici şiir kategorisinde yer verildi.  Torunları, Avukat Saygın Bedri Gider; söz yazarı, müzisyen ve belgesel yönetmeni Mert Gider’dir. [3]

Adının, Biga’da bir sokağa verilmesi amacıyla 1975’te gazeteci-yazar Hallaçoğlu; 1987’de yazar, İbrahim Dizman, Gazeteci Celal İmren ve Öğretmen Güven Tanış tarafından düzenlenen kampanyalar basında ve kamuoyunda destek görüp olumlu sonuçlansa da hayata geçirilmemiştir.

ESERLERİ

Şiir: Memleket Rüzgârları (1948)

Antoloji: Atatürk İçin (Ahmet Köksal ve Şinasi Saba ile, 1953), Sosyal Şiirler Antolojisi (Mehmet Cimi ile 1967)

Çocuk şiirleri: Levent Kedi (1967)


[1]https://www.youtube.com/watch?v=VDoQ3Ba7URo,  BİGAM Biga Araştırmaları Merkezi, İbrahim Dizman, erişim: 22 Ocak 2025

[2] https://www.youtube.com/watch?v=VDoQ3Ba7URo, BİGAM Biga Araştırmaları Merkezi, İbrahim Dizman, erişim: 22 Ocak 2025

Abdürrahim Karadeniz









d.1965 / ö-

yazar, öğretmen, editör

Yaşam Öyküsü

 Yazar, 1965 yılında Çanakkale’nin Ezine ilçesinin Tavaklı köyünde dünyaya geldi. Dedesi, 1930’lu yıllarda Trabzon’dan Çanakkale’ye karakol komutanı olarak gelmiş bir askerdir. İlk öğrenimini, Tavaklı köyünde, orta öğrenimini, Çanakkale İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1987’de Erzurum Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. “Türk Düşünce ve Edebiyatında Yurt ve Dünya” adlı teziyle yüksek lisans çalışmasını, 1999’da Kırıkkale Üniversitesinde tamamladı. Gaziantep’in Araban ilçesine Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak atandı. Bir süre Ankara’da özel bir kolejde çalıştıktan sonra Kastamonu Abdurrahman Paşa Lisesi’nde görev aldı. Tekrar Ankara’ya döndü ve Türk Dili ve edebiyatı öğretmenliğinden emekli oldu.

Edebi Şahsiyeti

 Yazarın edebiyatla ilk teması henüz okuma yazma bilmediği çocukluk çağlarında başlar. Babasının sesli olarak okuyup kendisine anlattırdığı bu kitapların, ileri yıllarda Batı klâsiklerinden oluştuğunu fark edecektir. Nuri Pakdil’in yönlendirmeleriyle Necip Fazıl ve Sezai Karakoç şiirlerindeki mistik-metafizik anlayışın Batı klasiklerindeki anlayışla örtüştüğünü fark eder. Bu fark ediş, varoluşunun, üslubunun, düşünüş biçiminin oluşmasında etkili olmuştur.

 1997 yılından itibaren Hece, Hece öykü ve Melâmet dergilerinde deneme, inceleme ve makaleleri yayımlandı, Hece dergisi, Hece Yayınları, Hece öykü dergilerinin ve Harf Eğitim Yayınları’nın kuruluşunda ve yönetiminde görev aldı. 15 Ocak 1997’den günümüze değin yayın hayatını sürdüren Hece dergisinin isim babasıdır.

 2002’de Turizm ve Kültür Bakanlığı tarafından basılan “Düşünce ve Edebiyatımızda Yurt ve Dünya Dergisi” adlı çalışmada Türkiye’de ve dünyada 1940’lardan günün tarihine dek uzanan toplumsal, düşünsel ve sanatsal sorunlarına ilişkin önemli öneri ve düşünceleri bir araya getirdi.

 2006-2008 yılları arasında ilköğretim okulları için hazırlanan Türkçe ders kitabının yazım aşamasında dil uzmanı olarak çalıştı.

2017 yılında Kültür Bakanlığınca yürütülen Yüz Yüze Konuşmalar (Yaşayan Edebiyat) projesinin yayın yönetmenliğini üstlendi. Yayın kurulunda Hüseyin Su, Prof. Dr. Şaban Sağlık, Prof. Dr. Alaaddin Karaca ve Dinçer Ataş’in bulunduğu bu proje Türk edebiyatının yaşayan elli şair ve yazarının geniş kitlelerce, özellikle genç nesillerce tanınması ve geleceğe taşınması amacıyla hazırlandı. İki cilt halinde hazırlanan kitapta, Gürsel Aytaç, Doğan Hızlan, Nuri Pakdil,  Ataol Behramoğlu,  Ferit Edgü, Rasim Özdenören, Süreyya Berfe, Sevinç Çokum,  İnci Aral, Necati Mert, Mehmet Ragıp Karcı, Selim İleri, İbrahim Yıldırım, Necip Tosun,  İhsan Deniz,  Kayahan Özgül, Osman Konuk,  Cemal Şakar, Fatma Barbarosoğlu, Sadık Yalsızuçanlar, Hüseyin Altansoy, Etem Baran, Leyla İpekçi, Sibel Eraslan, Mehmet Can Doğan, Ali Haydar Haksal, Abdullah Uçman, Oğuz Demiralp, Abdülkadir Budak, Turan Koç, Enis Batur, Hüseyin Su, Tuğrul Tanyol, Ali Günvar, Şükrü Erbaş, Arif Ay, Veysel Çolak, Buket Uzuner, Semih Güneş, Alim Kahraman, Haydar Ergülen, Adnan Özer,  Mario Levi,  Ömer Lekesiz, Yıldız Ramazanoğlu, Ali Ural,  Cihan Aktaş, Gürsel Korat yer almaktadır.

Bir söyleşisinde “Ben sesimi buldum bundan sonra sese ihtiyacım yok diyemem; sesimi hâlâ arıyorum. Hiç keşfetmediğim büyük yazarlar mutlaka olacaktır.”

Aynı söyleşide: “Çanakkale’de yaşayan dil, kullanılan dil benim eserlerime çok şiddetli ve keskin bir şekilde yansıyor. Dikkatli bir okur bunu cümle kuruluşlarından, kelime seçimlerinden rahatlıkla görebiliyordur fakat ben Çanakkaleli olduğum için hangi tür yansımaları Çanakkale’den eserime aktardığımı doğrusu bilemiyorum. Lakin şunu söyleyebilirim burası Ebru bir şehir. Tüm İslam şehirlerinde olduğu gibi Lazıyla, Çerkeziyle, Kürdüyle, Pomağıyla, Türküyle kısmen Yunanıyla, Ermenisiyle “Ebru” bir memleket burası; ama bu Ebru, memleketin tüm birleşimi. Herkes herkesten biraz renk, biraz ton almış, bir etkileşime girmiş, barışın ve esenliğin şehri olmuş burası. Hâkim bir dil, bir gelenek var. Bu hâkim dil ve gelenek Türkçenin altında. Herkes burada kendine uygun bir yer bulmuş ve komşusuyla barışık bir yaşam sürmüş. Çanakkale’nin böyle bir özelliği var. Bu benim eserlerime muhtemelen yansıyordur.” [1]

Karadeniz, Hece dergisindeki yazılarından oluşan İzsüren Yazı’da (2000), varoluşa ait gündelik korku ve endişelerinden edebiyata ve sanata uzanan bir yelpazede farklı konulara değinmiştir. Söz ile hakikat arasındaki ilişkiyi vurgulayan yazar, insanoğlunu, Sözlerle kurulmuş bir hakikatin izcisi veya sözlerle yitmiş bir hakikatin izini süren kişiler” olarak nitelendirir. “Söz ve yazı var oluş amacına ve sunuluş biçimine göre kimlik ve içerik kazanır. Sözün var oluşu her zaman aynı gerekçelere dayanmaz. Gerekçeler değiştiğinde sözün yazının sunuluşu da gerekçesine bağlı olarak değişmek zorundadır.” Yazar’a göre kendini gerçekleştirmesine hiçbir gerekçe bulmaksızın var olan ifade “Sadece ve sadece kendisiyle kaim olmayı başarmak zorundadır. İlerlemekte olan zamana bağlı olarak değişen gündem, yenilenen dikkatler ve eğilimler var oluşunu kusursuz bir sebepsizliğe borçlu olanı kolay kolay alt edemeyecek, güzelliğini küllendiremeyecektir.” [2]

ESERLERİ

Deneme- İnceleme: İzsüren Yazı (2000), Ayrıntı Ya da Hiç (2011), Düşünce ve Edebiyatımızda Yurt ve Dünya Dergisi (2002), Yazının Düşüşü (2021)

Derleme: Yüz yüze Konuşmalar, Yaşayan Edebiyat, (yayın yönetmeni) (2017)



[1] Trt 2, Sanatçının Şehri, Abdürrahim Karadeniz ve Çanakkale, 9. bölüm, 9 Ekim 2023

[2] İzsüren Yazı, Hece Yay. Kasım 2000, Ankara s.31-35

Adnan Adıvar








d.1882 / ö. 1955

yazar, siyasetçi, akademisyen, tıp doktoru

Yaşam Öyküsü

Ülkemizin 19. yy’da yetiştirdiği bir ilimler tarihçisi, seçkin bir düşünce insanı olan Adıvar, 1882 yılında Çanakkale Gelibolu’da dünyaya geldi. Tam adı Abdülhak Adnan’dır. Kadı Ahmed Bahayi Efendi ile Sabiha Hanım’ın oğlu olan Adıvar, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Yüksek öğrenimine İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde başladı, Almanya Berlin Üniversitesi’ Tıp Fakültesi’nde tamamladı. Uzmanlığını İç hastalıkları alanında Zürih’te yaptı.

1908 Meşrutiyet’iyle birlikte İstanbul’a döndü ve Tıp Fakültesi müdürlüğüne getirildi. İki yıl bu görevde kaldıktan sonra I. Dünya Savaşı’na Trablusgarp Cephesi’nde Hilal-i Ahmer (Kızılay) müfettişi olarak katıldı ve savaş boyunca Sıhhiye Umum Müdürü, binbaşı rütbesiyle Genel Karargâh Sağlık Müfettiş Yardımcısı olarak görev yaptı. Savaşın sonunda Tıp Fakültesi'ndeki görevine döndü.

1917 yılında o sırada Lübnan'da eğitimci olarak görevli bulunan yazar Halide Edip ile evlendi. Halide Hanım'ın babasına verdiği vekâlet ile nikâhları Bursa'da kıyıldı. Adnan Bey'in 1955'te ölümüne kadar süren bu evlilikten çiftin çocukları olmadı.

Mondros Mütarekesi’nden sonra Osmanlı Mebusan Meclisi’ne İstanbul milletvekili olarak girdi. Mehmet Emin Yurdakul ve Yusuf Akçura ile Milli Türk Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı (1919).

İstanbul’u işgali üzerine (16 Mart 1920) eşi Halide Edip ile Anadolu’ya geçti ve Ankara’ya yerleşti. Birinci Dönem Büyük Millet Meclisi hükümeti tarafında Sağlık Bakanı olarak atandı. Refet Bele’nin cepheye gittiği dönemlerde vekaleten Dışişleri bakanlığı yaptı. Savaş yıllarında Çocuk Esirgeme Kurumu'nun (Himaye-i Etfal Cemiyeti) kurucuları arasında yer aldı.

Çeşitli görüş ayrılıkları sebebiyle 9 Kasım 1924'te Halk Fırkası'ndan ayrıldı, ikinci grup milletvekillerinin arasına dahil oldu. 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na katıldı. Partinin Haziran 1925’te kapatılmasından sonra bir süre bağımsız milletvekili olarak mecliste yer aldı. 30 Ocak 1926'da milletvekilliğinden çekildi ve eşi Halide Edip’le birlikte Türkiye’den ayrıldı.  14 yıl boyunca İngiltere ve Fransa’da yaşadı.

1946- 1950 yılları arasında İstanbul milletvekili; 1950- 1954 yılları arasında Bağımsız Milletvekili olan Adıvar, 1955 yılında meclisten ayrıldı ve ilim alanındaki çalışmalarına döndü. Son yıllarındaki araştırma yazılarını Cumhuriyet ve Yeni Ufuklar dergisinde yayımladı.

1Temmuz 1955 tarihinde İstanbul’daki evinde hayata gözlerini yuman yazarın kabri Merkez Efendi Kabristanı’ndadır. Ölümü üzerine Yeni Ufuklar dergisi Ağustos 1955’te özel bir sayı çıkarmış eşi Halide Edip de bir anma kitabı yayımlamıştır. (1956)

Edebi Şahsiyeti

Adnan Adıvar, Paris Doğu Dilleri Okulunda sekiz yıl boyunca Türkçe hocası olarak görev yaptı. Yurt dışında yaşadığı dönemde Bertrand Russell'ın The Problems of Philosophy (Londra 1911) adlı eserini Felsefe Meseleleri adıyla Türkçeye tercüme ederek 1935 yılında İstanbul’da yayımladı. Britannica ansiklopedisine “Türkiye’nin Yeni Zaman Tarihi” maddesini yazdı.

Adıvar’ın Türk bilim tarihi açısından en önemli çalışması, II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Paris’te yayımlanan La Science chez les Turcs Ottomans (Osmanlı Türklerinde İlim) adlı eseridir. Eser, Orhan Gazi’nin İznik’te ilk medreseyi kurduğu 14. yüzyılın başından 18. yüzyılın sonuna kadar olan süre içinde Türkiye’de bilimin durumunu, matematik, astronomi, coğrafya, kimya ve tıp konusunda eser vermiş âlimler ve eserlerini inceleyerek değerlendirmektedir.

1939’da memlekete dönen yazar, o sıralarda kurulan İslâm Ansiklopedi yazı kurulu başkanlığına getirildi. Ali Kuşçu, Harezmî ve Davud el-Antakî, Ebu’l-Kâsım Zehravî yanında Fârâbi, İbn Bâcce, İbn Haldun, Kınalızâde Ali, İbrahim Hakkı Paşa gibi filozof, tarihçi ve devlet adamlarının biyografilerini kaleme alan Adnan Adıvar, bunların dışında astroloji, İbn Meymun, İbn el-Heysem, İbn Tufeyl maddelerine notlar eklemiştir. Hayatının son dönemlerinde ansiklopediyi “K” maddesine kadar getirebilen Adıvar yerini Prof. Dr. Cavit Baysun’a devretti.

Adıvar’ın İstanbul’da yayımlanan bir diğer önemli eseri Tarih Boyunca İlim ve Din’dir. İki cilt olarak yayınlanan eser, din ve bilim ilişkileri bağlamında bir genel bilim tarihi niteliğindedir.

ESERLERİ

Çeviri: Faust Tahlil Tercümesi (1939)

Deneme-Araştırma: Felsefe Meseleleri: (1936), La Science chez les Turcs Ottomans du commencement jusqu'a la fin du moyen-age (1937) Osmanlı Türklerinde İlim (1939), Tarih Boyunca İlim ve Din (1944), Bilgi Cumhuriyeti Haberleri (1945), Farabi 870-950 (1947), Dur Düşün (1950), Hakikat Peşinde Emeklemeler (1954), Bilimin Sert Yolunda Cüretkâr Adımlar Haz. Remzi Demir (2003)

 

Ahmet Köksal


 







d. 1920 / ö.1997

şair, öğretmen, resim eleştirmeni

Yaşam Öyküsü

1920 yılında Çanakkale’nin Kızılkeçili köyünde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Çanakkale’de tamamladı. 1939’da Edirne Erkek Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu. İki yıl Ayvacık’ta ilkokul öğretmenliği yaptı. 1941-1942 yılları arasında askerlik görevi için Sarıkamış ve Hasankale’de bulundu. 1946’da Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nden mezun oldu.  Silifke, Aydın, Zara, Lâpseki, Bayramiç ve Çanakkale’de resim öğretmeni ve müdür yardımcısı olarak çalıştı. İstanbul Ümraniye Lisesi’nde öğretmenken kendi isteği ile emekli olan yazar Meydan Larousse Ansiklopedisini hazırlayan ekipte yer aldı. 1997 yılında İstanbul’da aramızdan ayrıldı.

Edebi Şahsiyeti

İlk şiirleri 1940’ta Servet-i Fünun- Uyanış dergisinde yayımlandı. Bedri Gider ve Şinasi Saba ile hazırladığı “Atatürk İçin” adlı şiir antolojisi 1943’te Yeditepe yayınları arasından çıktı. Ülkü, Yirminci Asır, Ant, Edebiyat Dünyası, Kaynak, Seçilmiş Hikâyeler, Dost ve özellikle Yeditepe dergisinde yayımlanan şiirleriyle tanındı (1946-1949). 702li yıllardan itibaren Papirüs, Yeni Edebiyat, Yeni Gazete, Yansıma gibi süreli yayınlarda kitap tanıtımı ve eleştiri yazıları kaleme aldı. “Yollar Boyunca” adlı gezi yazıları 1970’te Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı.

Atilla Özkırımlı’ya göre şiirlerinde “Garip’ten sonraki ara kuşağın toplumcu yönsemeye girmiş temsilcileri arasında Anadolu görünümleri içinde bir umudu, bir direnme duygusunu yansıtmaya çalıştı.” [1] Cemal Süreya: “Ahmet Köksal’in şiirlerini otuz beş yıldan beri izlerim. Yanık Sarıda da Sonsuz Haziran’da da ve elinizdeki yeni kitabı Çoğul Mavilik’te de görülmeyen ama damarın içinde rahatça yürüyen kan gibi bir canlılık gördüm.”[2]

Şiirlerinin yanı sıra uzun yıllar Milliyet gazetesinde ve Milliyet Sanat’ta resim eleştirileri yazan Köksal, Türk resim sanatının bu alanında da çalıştı. 1988’de Ressam Malik Aksel ile ilgili bir inceleme; 1990’da Ressam İbrahim Balaban hakkında bir derleme; 1991’de Türkiye’de Figüratif Resim ve Faruk Cimok adlı bir araştırma kitabı yayımladı.

Ölümünün ardından Milliyet Sanat: “Ahmet Köksal, kişilikli bir eleştirmendi. Kendi doğruları vardı ve o bunlardan hiç ödün vermezdi. Kimi zaman bir sergiyi özellikle ya da özel bir dikkatle izlemesini ve mümkünse bir şeyler yazmasını rica ederdik, hemen "Olur" demezdi, "Bir bakarım, ben uygun görürsem yazarım" diye yanıtlardı. İnanmadığı bir sanatçı için kimse ona bir şey yazdıramazdı. Yazısının ne kadar olacağına kendi karar verirdi. Bazen teknik nedenlerle, daha kısa yazması gerektiğini söyleyecek olsak, tepki gösterir ve bizim düzenimizi onun yazılarına göre uygulamamızı söylerdi. Biraz da alıngandı galiba. Ahmet Köksal, disiplinliydi. Belki de öğretmenlik günlerinden kalma bir nitelik. Yazılarını sağlık sorunlarının olduğu günlerde bile hiç aksatmadı.[3]

ESERLERİ

Şiir: Yanık Sarı (1958), Sonsuz Haziran (1962), Çoğul Mavilik (1991)

Antoloji: Atatürk İçin (Bedri Gider ve Şinasi Saba ile) (1943), Aşk Şiirleri Antolojisi (1955), Çocuk Şiirleri (1973)

Araştırma-derleme-inceleme: Ressam Eğitimci ve Yazar Malik Aksel (1988), İbrahim Balaban (1990), Türkiye’de Figüratif Resim ve Faruk Cimok (1991)

 



[1] Atilla Özkırımlı, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, cilt 3 s. 796 Cem Yay. 1987, İstanbul

[2] Ahmet Köksal, Çoğul Mavilik, tanıtım yazısı, Bilim Kitapevi, 1991, İstanbul

Adalet Cimcoz

 








d.1910 / ö.1970

yazar, dublaj sanatçısı, küratör 

Yaşam Öyküsü

1910 yılında Çanakkale  Kilitbahir’de dünyaya geldi. Annesi Alman, babası topçu subayı bir Türk’tür. Altı yaşındayken Almanya’ya göç ettiler. Orta öğrenimini  Almanya’da tamamladı. Yurda döndükten sonra çeşitli kurumlarda sekreter ve Toprak Mahsulleri Ofisi’nde çevirmen olarak çalıştı. 1931’de dublaj sanatçısı Ağabeyi Ferdi Tayfur (O yıllarda Lorel Hardy’i seslendirdi) vesilesiyle seslendirme yapmaya başladı. Seslendirdiği ilk film, ‘King Kong’tur. Yabancı filmlerde başladığı dublaj sanatçılığını, 1950'deki Çete filminden itibaren yerli filmlerde seslendirme yaparak sürdürdü. Klasik Türk sinemasının efsane oyuncuları, Türkan Şoray, Belgin Doruk, Muhterem Nur, Sezer Sezin, Fatma Girik ve Filiz Akın’a sesiyle uzun yıllar can verdi ve “dublaj” kraliçesi olarak anıldı.

1939'da avukat Mehmet Ali Cimcoz ile evlenerek Cimcoz soyadını aldı. Mehmet Ali Cimcoz, I. Mahmut devri Osmanlı sadrazamlarından Topal Osman Paşa'nın ve Mora Sancak beylerinden İbrahim Paşa'nın torunudur. Sanata meraklı ve devrin sanatçılarıyla yakından ilişkileri vardı. Cimcoz, eşi vasıtasıyla sanat çevresini yakından tanıma fırsatı buldu. 1970 yılında İstanbul’da aramızdan ayrıldı.  Mezarı Aşiyan Kabristanı’ndadır.

Edebi Şahsiyeti

Türkiye’de dedikodu yazarlığını ilk kez başlatan Cimcoz, Hafta, Salon, Tasvir, Aydede, 20.Asır gibi gazetelerde o yıllarda yeni yeni oluşmakta olan İstanbul cemiyet hayatının görgüsüzlüğünü, zevksizliğini hicveden yazılar yazdı. Köşesinin adı Fitne Fücur’du.

1950 yılında İstanbul Beyoğlu’nda Türkiye’nin ilk özel sanat galerisi olan Maya’yı kurdu. Galeri beş yıl boyunca yaşamayı başardı. Yenilikçi sanat akımlarını yaygınlaştırmayı hedefleyen galeri, dönemin genç sanatçıları için bir okul niteliği kazandı. Cimcoz, burada, şiir ve müzikten esinlenen sergiler düzenledi.  Karikatürün bir sanat dalı olarak kabul görmesi gerektiği düşüncesiyle karikatür sergileri açtı. Heykel, mozaik, seramik, fotoğraf, desen ve halk sanatları gibi konuları bir arada sunarak görsel sanatlara disiplinler arası bir boyut kazandırmak istedi.

Sabahattin Eyüboğlu ve Azra Erhat’ın teşvikleriyle Almanca’dan Türkçeye çeviriler yapmaya başladı. Başta Brecht ve Kafka olmak üzere Alman yazarlarının yapıtlarını Türkçeye kazandırdı.  Kafka’dan Milena’ya Mektuplar çevirisi ile 1962 Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü kazandı. Bunun yanı sıra, Yeditepe, Varlık ve Yeni ufuklar gibi edebiyat dergilerinde şiir, öykü, kitap tanıtım yazıları yazdı. İstanbul Radyosu’nda kısa sohbet programları hazırladı.

Azra Erhat: “Adalet’in sesi neydi? Susup susmadığını, yok olup olmadığını ancak ne olduğunu kavramakla kestirebiliriz. Evet, çok yönlü bir sesi vardı Adalet Cimcöz’ün. Türkan Şoray’ı da Hülya Koçyiğit’i de Belgin Doruk’u da dile getirirdi o. Radyoda sabundan, diş macunundan ya da kılık kıyafetten söz etti miydi bir “şey” söylerdi hepimize. Kulağımızı diker, sesi bir yandan zevkimizi okşarken, öte yandan da sözü, söz ve öz olarak çın çın dolaşırdı beynimizin kıvrımlarında, incecik bir gonk gibi bir oraya bir buraya vurur, bir kıpırtı, bir canlılık uyandırırdı kafamızda. Vurucu, kışkırtıcı bir uyarıcılığı vardı Adalet’in. Sizi gördü mü bir bakışta sarıverir tepeden tırnağa görüntünüzü, şişmanladınız mı, zayıfladınız mı, elbiseniz yakıştı mı, yakışmadı mı, keyifli misiniz, keyifsiz mi hemen anlar, hemen de dile getirirdi düşündüğünü; ufacık bir taş atardı size.”[1]

Yazar Mine Söğüt, uzun bir araştırma ile terekesinden toplayabildiklerini bir araya getirmiş ve dostlarının “Ada”dediği Adalet Cimcoz’un yaşamöyküsü üzerine  bir kitap yazmıştır.[2]

ESERLERİ:

Çeviri: Ölüm Gemisi (B Traven, 1957), Sezua’nın İyi İnsanı (Bertolt Brecht, 1961), Milena’ya Mektuplar, (F. Kafka, 1962), Loence ile Lena (G Büchner, 1963), Dinamit (B Traven 1963), On Dakika Sonra Buffalo (Günter Grass, 1964), Eğlentili Bir Gömme Töreni (T. Déry 1967), Kafka’nın Sevgilisi Milena (Margarete Buber- Neumaan, 1967), Pamuk İşçileri (B. Traven, 1968), Adanmış Topraklar Üstünde (Efraim Kişon, 1969)


[1] Azra Erhat, Adaletin Sesi, Yeni Ufuklar, Mayıs, 1970, İstanbul

[2] Mine Söğüt, Adalet Cimcöz, Bir Yaşam Öyküsü Denemesi, Yap Kredi Yay. 2000, İstanbul

Afet Ilgaz










d. 1937 / ö.2015

yazar, öğretmen

 Yaşam Öyküsü

Tam ismi Ȃfet Muhteremoğlu olan yazar, 2 Ocak 1937 tarihinde Çanakkale’nin Ezine ilçesinde dünyaya geldi. Öğretmen Zekeriya Muhteremoğlu’nun kızıdır. Çocukluğunun ilk üç yılı babasının görevi nedeniyle Kars ve Iğdır’da geçti. 5 yaşında İstanbul’a taşındılar. Çapa İlk öğretmen Okulu’nu (1954) ve 1957 yılında Çapa Eğitim Enstitüsü Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. İzmit ve İstanbul’da bir süre orta dereceli okullarda Türkçe öğretmenliği yaptı. Yüksek öğrenimine İstanbul Üniversitesi Felsefe ve Klasik Diller bölümünde devam etti. Bu bölümü okumak isteyişini: “Bir yazar olarak gelişmemde ne çevremin ne okullarımın ne okuduğum kitapların beni gereken hızla yetiştirmede bir yararı olmamıştı. Felsefe okumaya karar vermekle sanıyorum ki bu yanlış ve ağır gidişi gene kendi sezgimle bir dereceye kadar zamanında önledim.”[1] şeklinde açıklar.

1960 yılında ülkesinden ve mesleğinden ayrılarak İtalya’ya gitti. Bir süre burada yaşadı ve döndükten sonra yaşadıklarını İtalya Mektupları adıyla kitaplaştırdı.  Muhteremoğlu adında bir kitabevi kuran yazar, 1968’de Rıfat Ilgaz’la evlendi. Birlikte Sınıf yayınlarını hayata geçirdiler. 1968’de kurulan İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı.

1990 ‘lı yıllardan itibaren İslam Tasavvufuyla ilgilenmeye başlayan yazarın, dünya görüşü sosyalist çizgiden milliyetçi, mukaddesatçı bir anlayışa kaydı. İslami yaşam biçimini seçen ve kendi ifadesiyle “dönüşüm”e uğrayan yazarın bu değişimi sanatçı kişiliğine ve eserlerine de yansıdı.  1999 Nisan seçimlerinde Fazilet Partisi’nden İstanbul Belediyesi Meclis Üyeliği’ne seçildi. Yeni Şafak, Yeni Çağ ve Millî gazetede köşe yazıları yazmayı sürdürdü

“Duaları unuttuk. Besmeleyi hayatımızdan çıkardık. Sabır, tevekkül, teslimiyet gibi İslam kalelerini yıkıp insanı yalnız bıraktık. Hele tedbir, teenni, itidal gibi ölçütlerden iyice uzağa düştük.”[2]

Ȃfet Ilgaz'ın ilk evliliğinden Haluk ve Uğur Çırakman adlarında iki oğlu, Rıfat Ilgaz ile ikinci evliliğinden ise Defne Ilgaz adında bir kızı oldu.

16 Ocak 2015 tarihinde İstanbul’da aramızdan ayrılan yazarın Kabri, Yedikule Mezarlığı’ndadır.

Edebi Şahsiyeti

Okuma sevgisini Çapa Öğretmen Okulu’nda tanıştığı Zola, Dostoyevski, Tolstoy, Gogol, Goethe, Puskin gibi yazarlarla kazandığını söyleyen yazar, Rus edebiyatı hayranı olduğunu özellikle belirtir. [3] Varlık dergisinin bir liralık yayınları sayesinde Montherland, Colette, Strati ve Kazancakis hayranı olur. Gonçarov’un üç romanı olan Oblomov’ları tekrar tekrar okurken bunun sebebini, “Bir yanımla Oblomov’a benzediğim bir gerçek” sözleriyle açıklar[4]

İlk yazısı 1954 yılında henüz 17 yaşında Dünya gazetesinde yayımlandı. Öyküleri, Yücel dergisinden başlayarak (1956), İstanbul, Türk Dili, Varlık, Yansıma, Sanat ve Toplum gibi dergilerde yer aldı. 1968’e kadar yayımlanan bütün yazılarında Ȃfet Muhtememoğlu imzasını kullandı.

Çocukluğu ve gençliği, hikayelerinde de sıklıkla yer verdiği, İstanbul Kocamustafapaşa'da geçen Ilgaz: "Ben çocukluğumdan beri bu havayı soludum. Muhafazakâr insanlardan oluşan bir ailede büyüdüm. Yazılarıma yaşadıklarım aksetti. Semtin bende uyandırdığı intibalar ve ruhumda oluşturduğu düğümlerin çözülmesi gerekiyordu.[5]

Ilgaz, eserlerinde hem kentli hem de kırsal yaşamdan kesitler sunarken, öykü, roman, deneme türlerinde verdiği eserlerle edebiyat dünyasında önemli bir yer edinmiştir. Eserlerinde orta halli insanın aile içi çatışmalarını, toplum katmanlarının çeşitli sorunlarını ve bireylerin çevreleriyle uyumsuzluğundan kaynaklanan sorunları işledi.

İlk romanı Eşiktekiler 1961 yılında yayımlandı. Roman, Yeni İstanbul Gazetesi ile Türk Dil Kurumu’nun ortaklaşa verdiği 1969 Törehan Sanat Ödülü’ne değer görüldü. Bu romanı Aşamalar (1977), Sendika (1987), Garip Bir Dava (1987), Bir Feministin Doğruya Yakın Portresi (1988) takip etti.  Ȃd -Semûd -Medyen isimli romanla başlayan, Yol, Yolcu ve Menekşelendi Sular’la devam eden, Sorgu ve Derviş’le biten (2010) nehir roman serisinde romanların merkezi kişisi Ahmet’in kimlik arayışını din-tasavvuf ekseninde ele aldı. Yol romanı (1993) Türkiye Yazarlar Birliği tarafından yılın romanı seçildi.

İlk öykü kitabı Ahmet Beylerin Bedriye 1963 yılında yayımlandı.  Başörtülüler (1965), Toprak (1963) Toprak İnsanları adıyla (1971), Halk Hikayeleri (1972), Çeribaşı Abtullah’la İdamlık İsmail (1974), Ölü Bir Kadın Yazar (1983), Kazdağı Öyküleri (2000) diğer öykü kitaplarıdır. Başörtülüler 1965 Türk Dil Kurumu Hikâye Ödülü’ne değer bulundu. “Toprak” televizyon dizisine uyarlanarak 1979 yılında TRT’de yayınlandı.

Yazar, beş adet çocuk romanı ve 2007 yılında “Çanakkale İçinden” adını verdiği bir öykü kitabı yazdı.   Çanakkale'yi içinden tanıtan bu kitapta Çanakkale’yi, insanlarını, adetlerini ve yaşayış tarzını sıcak ve samimi bir dille anlattı.  Annem Annem adlı çocuk romanı 1974 yılında TRT ekranlarında dizi olarak yayınlandı. “Çocuklar da Savaştı” ve “Filiz Büyüyor” 1987–1988 yılları arasında TRT radyolarında seslendirildi.

Ilgaz, romanlarında kadın konusunu da işlemiş, onun varoluş çabasının toplumsal yönünü vurgularken kadın dünyasının gizli ve acılarla dolu dünyasını da anlatmıştır. Eşiktekiler romanında, kadın haklarının savunucusu olarak karşımıza çıkan Dilârâ ve evlilik hazırlıkları içerisinde olan Fikret’in öyküleri; Aşamalar’da, ekonomik ve ruhsal bağımsızlığını kazanma mücadelesi veren kadınlar ile bu mücadeleyi kazanamayarak çıkmaza düşen kadınların öyküsü; Bir Feministin Doğruya Yakın Portresi’nde, çağdaş ve aklı başında bir kadının evlilik ve annelik hakkındaki düşünceleri; Sendika’da, Türkiye’de ilk kez sendikanın kurulduğu özel bir okulda öğretmenlik yapan ve çocuklarına bakan yalnız bir kadının öyküsü anlatılır. Ilgaz, sözü edilen dört romanında da yaşanılan düzenin ataerkil bir yapıya sahip olduğu ve kadınlara getirilen kısıtlamalarla kadınların ikinci plana itilerek, özgürlüklerinin kısıtlandığı görüşünü roman kişilerinin düşünceleri üzerinden yansıtır.”[6]

Yazar, 2000’li yıllardan itibaren süreli yayınlarda yazdığı fikir yazılarını kitaplaştırdı. Sırasıyla gazetelerdeki yazılarından derlediği İbn’ül Vakt (2000), İkindi Güneşi/ Direnişe ve Dirilişe Dair Denemeler (2003), Vahiy Sürecinde Kadın (2004), Statükocu Dana (2005), Yarım Kalan Devrim (2009), 11 Zabit 11 Subay (2009) okuyucusuyla buluştu.

Kadın Oradaydı, Vahiy Sürecinde Kadın, adlı kitaba Hz. Meryem yazısıyla dahil oldu. (2012)

Cumhuriyet dönemin ilk kadın yazarlarından olan Afet Ilgaz, ister sosyalist dünya görüşüne yakın olduğu ilk döneminde ister İslamcı dünya görüşünü benimsediği ikinci döneminde tüm eserlerinde milli ve insani şuuru muhafaza etmiş; eserleriyle ve hayattaki duruşuyla hepimize doğru bir örnek olmuştur.

ESERLERİ

Roman: Aşamalar (1977), Sendika (1987), Garip Bir Dava (1987), Bir Feministin Doğruya Yakın Portresi (1988), Âd. Semûd, Medyen (1991), Yol (1993), Yolcu (1994) 2 romanı eklenecek

Çocuk Romanları: Annem Annem (1971), Değişen Sevgiler (1976), Çocuklar da Savaştı (1971), Filiz Büyüyor (1991), Karadaylak (1991)

Öykü: Bedriye (1963), Başörtülüler (1965), Toprak (1963) Toprak İnsanları adıyla (1971), Halk Hikayeleri (1972), Çeribaşı Abtullah’la İdamlık İsmail (1974), Ölü Bir Kadın Yazar (1983)

Çocuk Öyküsü: Çanakkale İçinden (2007)

Deneme: İbn’ül Vakt (2000), İkindi Güneşi/ Direnişe ve Dirilişe Dair Denemeler (2003), Vahiy Sürecinde Kadın (2004), Statükocu Dana (2005), Yarım Kalan Devrim (2009), 11 Zabit 11 Subay (2009)

Gezi yazısı: İtalya Mektupları (1962)

Çeviri: En Güzel İtalyan Hikâyeleri (1962)

[1] https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/unutulmaz-romanların-usta-kalemi-afet-ılgaz/2110960#   erişim tarihi: 15 Ocak 2025

[2] https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/136904 erişim tarihi: 15 Ocak 2025

[3]Berrin Ar, “Afet Ilgaz’ın Hikâyeciliği”, Yüksek Lisans Tezi, 2011, Ankara Üniversitesi

[4] Afet Ilgaz, “Hayatım”, Gündoğan Edebiyat, 1993, sayı 5, 52-56.

[5] https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/unutulmaz-romanların-usta-kalemi-afet-ılgaz/2110960#  erişim tarihi: 15 Ocak 2025

[6] Zehra Yazbahar, “Afet (Muhteremoğlu) Ilgaz’ın Romanlarında Kadın Sorunsalı”, 2011, Turkish Studies. Turkey. 6/2. 1063-1082

Arif Damar









d.1925 / ö.2010

şair

Yaşam Öyküsü

23 Temmuz 1925 tarihinde Çanakkale’nin Gelibolu ilçesine bağlı Karainebeyli köyünde doğdu. Babası, doğduğu köyün hocası, Hacı Hüsnü Efendi; annesi, Mükerrem Hanım’dır. Beş yaşında annesini, on bir yaşında babasını kaybetti. Köy ilkokulunda başladığı ilköğreniminin son sınıfını, bir yıl bakımını üstlenen teyzesinin yanında Çanakkale Cumhuriyet İlkokulu’nda (1937), orta öğrenimini Edirne Yenikapı Ortaokulu’nda tamamladı. İstanbul Erkek Lisesi’ndeyken okulu bıraktı ve her zaman istediği gibi erken yaşta hayata atıldı. 1944’te Ankara’ya taşındı ve Ant dergisinin yayın kadrosuna katıldı.  1944 ile 1947 yılları arasında Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nde memur olarak çalıştı.  Askerlik görevini Erzurum’da ve bir süre Sivas Zara’da sürgün alayında yaptıktan sonra 1950 yılında tekrar İstanbul’a döndü.  Mahmutbey’de işportacılık yaptı. Anne ve babasını çocuk yaşta kaybettiği için sistemli bir eğitim alamamış buna bağlı olarak iş hayatı da pek parlak geçmemiş, uzun süreli, tutunabildiği bir mesleği olmamıştır. 1946 yılında Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ne üye oldu. Türkiye Gençler Derneği’nin Ankara’dan İstanbul’a on günde yaptığı yürüyüşe katıldı. 15 Kasım 1951’de yayımlanan "Dayanılmaz" adlı şiirinin ardından gizli örgüt üyesi olduğu suçlamasıyla 1951’de TKP davasında TCK’NIN 141. maddesi gereğince tutuklandı. İki yıl hapis yattıktan sonra kanıt yetersizliğinden aklanarak cezaevinden çıktı. Geçimini sağlamak için bazı şirketlerin muhasebe servislerinde çalıştı. 1956 yılında Günden Güne adlı şiir kitabında yayınladığı bir şiirinden dolayı yargılandı, tekrar aklandı.

Ülkede patlak veren 6-7 Eylül siyasi olaylarından sonra aranan aydın ve sanatçıların içinde bulundu. Nahit Hanım’ın evinde saklandı ve onunla 1963 yılına kadar sürecek olan evlilikleri böylece başlamış oldu. Sebahaddin Eyüboğlu tarafından düzenlenen mavi yolculuklara katılan ve bu yolculuklar sırasında Sebahaddin Eyüboğlu’nun öğrencisi olan Tülin Hanım’la ikinci evliliğini yaptı ve bu evliliklerinden Nice adlı bir erkek çocukları dünyaya geldi.

Arif Damar 1969 yılından itibaren yeni bir yol denemek isteyerek İstanbul’un Suadiye semtinde Yeryüzü Kitabevini açtı. Yasak yayın bulundurduğu gerekçesiyle 1982 yılında tekrar 3 ay hapis cezasına çarptırıldı ve Bozcaada Tutukevi’nde yattı. 1984 yılında kitapevini kapatıp kendisini tüm enerjisiyle şiire ve yazılarına verdi. En son, Cumhuriyet gazetesinde “Ayın Şairi” bölümünü hazırlıyordu.

2010 yılında kalp yetmezliği nedeniyle Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde hayata gözlerini yumdu, Kabri, Çengelköy Mezarlığı’ndadır.

Edebi Şahsiyeti

Arif Damar, şiir yazmaya henüz ortaokul yıllarında 15 yaşlarındayken başlar. “Edirne Akşamı” adlı şiiri büyük ilgi görür öyle ki dönemin ünlü şairlerinden Hasan İzzettin Dinamo kendisini ziyaret etmiş ve bu andan itibaren yazar, “Harika Çocuk” olarak anılmıştır. Şiire başlama serüveniyle ilgili: “Ünlü şair Hasan İzettin Dinamo beni görmeye geldi okula, yetenekli çocuk olarak. Yenikapı ortaokulunu bitirdim ve İstanbul Erkek Lisesine başladım. O sırada Nazım Hikmet şiirleriyle tanışmıştım. Erzincan depremi üzerine yazdığı bir şiiri gazetede yayımlanmıştı. Şiirden çok altındaki not beni çok etkiledi. “Kesemden verecek bir şeyim yok, yüreğimden verdim.” diye. Bu nottan çok etkilenmiştim yazarın hapishanede olduğunu duymuştum. ‘Bu kadar güzel şiir yazan biri neden hapishanede?’ diye sorup düşüncelerini merak ettim ve araştırmaya başladım. O zaman Nazım Hikmet’in Salkım Söğüt şiirini bir de Yahya Kemal’in Mehlika Sultan şiirini ezbere bilirdim. Yurdun penceresinden sokağa doğru bağıra bağıra bunları okurdum. Ağabeyim gizlice getirirdi bana Nazım şiirlerini, hepsini ezberlemeye başladım. Kadırga Öğrenci Yurdu’nda iki taraf vardı. İdealistler ve Marksistler. İki taraf da beni çekiştiriyordu. Ben Marksistlerin elinde kalmıştım. İstanbul Erkek Lisesi’ndeyken artık Marksist olmuştum ama okuldan atıldım. Ben de zaten okulu değil okumayı seviyordum. Çok da üzülmedim. Ben de Gorki gibi yazar olurum dedim ve kitap okumaya devam ettim. Ondan sonra da kendi kendimi yetiştirdim. İyi bir okur olduğumu söyleyebilirim.[1]

Çocuk sayılabilecek yaşlarda şiir ve sanat ortamlarına giren yazarın ilk şiiri 1941 senesinde Hasan Tanrıkut tarafından Yeni İnsanlık dergisinde yayımlandı. Gün dergisinde de yayımlanan bu ilk şiirlerinde Nazım’ın etkisi henüz belirgin değildi. Necip Fazıl, Ahmet Haşim, Yahya Kemal tesirinde yazılmış bu sakin gençlik şiirlerinden de önce Gelibolu’da okul müsamerelerine birlikte çıktığı sevgilisi Fitnat’a yazdığı çocuksu şiirleri de olmuştu. Bunları hiç yayımlamadı. Sosyalist düşünceyi benimsese de ilk dönem şiirlerinde toplumcu çizgiyi yansıtmakta henüz yetersizdi. Abidin Dino’nun çıkardığı Yeni Ses, Ant ve İnsan dergilerinde yayımlanan şiirleriyle tamimiyle toplumcu- gerçekçi çizgiye kaydı ve Arif Barikat, Ece Ovalı takma adlarını kullandığı bu şiirlerde “kendi sesini buldu”. 1956 yılıyla birlikte bazı şiirlerini “Günden Güne” adıyla yayımladı ancak kitap 5 ay sonra toplatıldı. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan şair, kısa bir süre sonra aklandı. Sonraki yıllarda yazı ve şiirleri Ant, Yeryüzü, Dost, Yelken, Yeditepe, Yön, Papirüs, Türk Solu, Türkiye Yazıları, Milliyet Sanat, Gösteri, Yeni Düşün, Varlık ve Adam Sanat gibi pek çok dergide yer aldı.

İstanbul Bulutu adlı ikinci şiir kitabını 1958 yılında yayımladı. Bu kitabı, 1959’da Kedi Aklı, 1963’te Saat Sekizi Geç Vurdu, 1966’da Alıcı Kuş izledi. İstanbul Bulutu kitabıyla, Yeditepe Şiir Armağanı ödülünü Cemal Süreya ile paylaştı (1959)

Arif Barikat ve Ece Ovalı takma adlarıyla yazdığı yüksek sesli, coşkun söyleyişler dönemin sevilen toplumcu şairleri arasında yer almasını sağladı. Şair, “Kedi Aklı” kitabından itibaren şiirine yeni bir dil ve söyleyiş olanakları aramaya başladı. Şiirlerinin içeriği yalnızca işçilere, devrimci liderlere, halk kahramanlarına yazılan konulardan eşe, arkadaşa, sevgiliye, insana yazılan şiirlere; üslubu sembolik bir anlatım tarzına evrildi.

Sürrealist akımın devrimci bir akım olduğunu sezgileriyle kavrayan şair, uzak çağrışım, dolaylı anlatım, imgeleme yaslanan bir şiir anlayışına ulaştı. Ancak bu şiirler, bazı temsilcilerinin işi anlamsızlığa kadar götürdüğü "İkinci Yeni" akımının tersine; toplumsal içeriği dışlamayan, yine yüksek sesle okunacak coşkun söyleyişlerdir. “Yanlış anımsamıyorsam Brecht: ‘Halk için de savaşan entelektüeller için de yazmak, halk için yazmaktır’ demiştir. Bu şekilde yazılmayan şiirler için kapalı şiir diyorlar. Hâlbuki Ritsos, Neruda bizim ülkemizdeki toplumcular gibi mi yazıyor? Şimdi tekrar söylemem gerekirse; ben toplumcuyum, gerçekçiyim; ama toplumcu gerçekçi değilim.”[2] Bu tutumu yerleşik kalıplara bağlı bazı sosyalist şairler tarafından yadırgandı. Şiirinde değişen tek şeyin biçem olduğunu içerikte aynı kaldığını söyleyen şair o yıllarda “kavga” arkadaşlarının gösterdiği tepki karşısında: “Marksist şiir anlayışının tanımı hiçbir zaman Sosyalist realizm değildir. Ancak bunu söylemek hele de o yıllarda söylemek hiç de kolay bir iş değildi. Ciddi tepkilerle karşılaşabilirdim. O yıllarda Marksist sanat anlayışını anlatan tek bir kuramsal kitap vardı. Bir Amerikalının kaleme aldığı ‘Altın Zincir’. Gerçi Stalin bile bu kitap için ‘kaba bir kitap’ demişti… Hiçbir sosyalist kuramcının kitabı Türkçeye çevrilmemişti. Var olan anlayışa göre de gerçeküstücülük gerici bir akım olarak görülüyordu. Ama gerçeküstücülük aslında hiç de böyle bir akım değildi. Ben, bu durumun kültür mirası olduğunu düşündüm. Dünyanın önde gelen toplumcu şairleri de şiirlerinde biçem değişikliği yapmışlar hatta aşk şiirleri bile yazmışlardı. Şunu da söyleyeyim, Nazım Hikmet aşk şiiri yazmasaydı, biz aşk şiiri de yazamazdık. Benim sunularım içinde bir beyit vardır. ‘Kendimi onun yerine koydum da düşündüm/Gökyüzünün yerine koydum da düşündüm” Bu sunu şiirimdeki geniş düşünceyi açıklıyor. [3]

Arif Damar’ın onu kendi kuşağından ayıran en belirgin özelliği Garip, İkinci Yeni ve Sürrealizme açık olması, biçim ve dil araştırmalarını elden bırakmadan kendi bireysel gerçeğini aramaya yönelmesidir. İlhan Berk, Şairin Ölüm Yok Ki adlı eserine yazdığı önsözünü “Sen ey ‘soğuk demircisi’ şiirin!” diye bitirir.

1994 Salihli Dionysios Şiir Ödülü ve 1996 Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü sahibidir.

 Şair, 1959 yılında Tercüman gazetesinde Melih Cevdet Anday ile birlikte tefrika ettikleri "Yağmurlu Sokak" adlı ilk ve tek romanını 1991 yılında yayımladı.

Mehmet Fuat “Yaşlı Bir Şaire Mektuplar” da şairin çocuk yaşlardan itibaren toplumcu kuşak içinde var olduğunu vurgular: “Acelesi varmış herhâlde”  [4] “Evet acelem vardı çünkü yoksulluktan geliyordum ve bu düzen değişmezse yoksulluk kalıcı olacaktı. Bu yoksulluğu yeryüzünden silmek için acelem vardı.”[5]

ESERLERi:

Şiir: Günden Güne (1956), İstanbul Bulutu (1958), Kedi Aklı (1959), Saat Sekizi Geç Vurdu (1962), Alıcı Kuş (1966), Seslerin Ayak Sesleri (1975), Alıcı Kuşu Kardeşliğin (1976), Ölüm Yok ki (1980), Ay Ayakta Değildi (1984), Acı Ertelenirken (1985), Günden Güne (1986), Yoksulduk Dünyayı Sevdik (1988), Onarırken Kendini (1992), Eski Yağmurları Dinliyordum (1995), Kitaplar Kitabı (2000), Külliyen Red (2002), Kırık Makara (2004)

Roman: Yağmurlu Sokak (Melih Cevdet Anday ile) (1991)

Deneme-Makale: Edebiyat Yazıları (2007)

[1] https://www.gazetekadikoy.com.tr/kultur-sanat/siirin-harika-ocugu-arif-damar

[2] Gündoğdu, C. (2005): “Arif Damar ile Söyleşi”, Aralık 2005, 50-54

[3] Arif Damar, Söyleşi, Milliyet Sanat, Temmuz 2001

[4] Fuat Mehmet, Yaşlı Bir Şaire Mektuplar, Adam Yay. 1999, İstanbul

[5] Arif Damar, Söyleşi, Milliyet Sanat, Temmuz, 2001

Dizin

 A

           °Abdürrahim Karadeniz
           ° Adalet Cimcoz

    • Adem Turan
    • Adnan Adıvar

    • Afet Ilgaz
    • Ahmet Köksal
    • Akın Su
    • Arif Damar
    • Ayşe Tural


    B

    • Bedri Gider
    • Bünyamin Nami Tonka


    C

    • Cahide Ulaş
    • Celal Nuri İleri


    D

    • Doğan Ülkekul


    F

    • Ferit Ragıp Tuncor
    • Filiz Tosyalı
    • Fügen Kıvılcımer

    H

    • Hafi Kadri Alpman
    • Hasan Cemil Çambel


    İ

    • İbrahim Dizman
    • İ Güney Dal
    • İhsan Boran
    • İlhan Demiraslan
    • İsmail Bilgin
    • İsrafil Güler


    K

    • Kemal Bilbaşar


    M

    • Mahir Ünsal Eriş
    • Melih Cevdet Anday
    • Meral Afacan Bayrak
    • Mümtaz Zeki Taşkın


    N

    • Nehir Aydın Gökduman
    • Nurduran Duman
    • Nursel Çetin


    O

    • Oğuz Gülmez
    • Orhan Talat Şalcıoğlu


    Ö

    • Özcan Ergüder


    P

    • Pekay Kurşunoğlu


    R

    • Reyhan Yıldız Eren


    S

    • Saba Altınsay
    • Sine Ergün


    Ş

    • Şevket Arı

    T

    • Tahir Musa Ceylan
    • Türkkaya Ataöv

    Y

    • Yıldız Ecevit

    Z

    • Zerrin Soysal


Önsöz









Bu çalışmada adı geçen tüm yazar ve şairler çok kısa bir süre yaşamış olsalar dahi her birinin doğum yeri Çanakkale'dir. Örneğin çoğu kaynakta doğum yeri İstanbul olarak gösterilse de Melih Cevdet Anday'ın kütüğü Çanakkale'dir. Ece Ayhan Muğla, Mehmet Akif Ersoy İstanbul doğumludur, bu sebeple çalışmaya dahil edilmemişlerdir. "Çanakkeleli" ifadesinden kastedilen doğum yeri Çanakkale olan yazarlarımızdır. 

Tanzimat dönemi edebiyatının başlangıç yılı kabul edilen 1860'tan günümüze- şu an için 2025 yılı- edebiyatımızda Modern Türk edebiyatı, Çağdaş  Türk edebiyatı, Batı tesirinde Türk edebiyatı gibi farklı isimlerle ele alınır. Şahısları özgün kılan bireysel farklılıkları bir yana, sanatçıların  dilde ve içerikte etkisi altında kaldıkları edebiyat iklimi ortaktır. Bu çalışmanın kapsamı dışında kalan Divan edebiyatı (Klasik Türk edebiyatı) şairleri ayrı bir araştırmanın konusudur.

Her bir yazar,  yaşam öyküsü, edebi kimliği son olarak telif ve çeviri tüm eserleri kapsamında; eser örnekleri ise şiir, düzyazı ve çocuk edebiyatı başlıkları altında edebi türlere ayrılarak ele alınmıştır. Kaynak ve atıflar sayfa sonlarındadır. 

Kitap formatında düşünüp, araştırdığım ve bu çerçevede kaleme aldığım bu kaynak eseri umuyorum ki blog sayfası düzeninde dijital ortama aktararak okuyucusuyla buluşturabilirim. 

"Çanakkale ve edebiyat" düzleminde daha kapsamlı araştırma yapacak olanlara bir dayanak noktası olması beni ayrıca mutlu edecektir.

Çalışmamın konusu olan şair ve yazarlar, Çevre ve Doğa Dernekleri Federasyonu'nun yanın organı olan"Çevre ve Doğa Dergisi'nde Ocak 2025 sayısından itibaren her ay düzenli olarak  yayımlanmaktadır.

Ebru Ağadolu